Sıtkı Karaca’dan… ‘Enes Kara’nın Düşündürdükleri ya da Düşündürmesi Gerekenler’
Psikiyatri Uzmanı Dr. Sıtkı Karaca, geçtiğimiz günlerde girdiği bunalım sonrası intihar ederek hayatını kayb eden Enes Kara’nın intiharını değerlendirdi.
“Umutsuzluk bir kartopudur. Sonrasında o bir çığ olacak. Altında kalan ise insanlık olacaktır.” diyen Karaca, değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı:
“Enes Kara’nın düşündürdükleri ya da düşündürmesi gerekenler…
İntihar sadece ‘bir Enes Kara olayı’ ile afişe ya da klişe edilemeyecek kadar ciddi bir olaydır. Dini yaşantının başat olmadığı Batılı refah toplumlarına göre İntihar oranı daha az oranda olan düşük sosyoekonomik gelişmişliği olan Doğu toplumunda bunun temel nedeninin din ya da toplumsal değerler bütünü olduğu söylenebilir. Çünkü din, kendi içinde kişiye aşırı çaba göstermeden anlam yükleyici işlev görmektedir.
İntihar bir yönüyle sıkışmışlıktan çıkış, bir diğer yönüyle yaşama meydan okuma tepkisidir. Bu bir yönüyle depresif tepki bir yönüyle yaşamı anlamsız bulmanın sonucudur. Bu cümlemi bazı kişiler intihara güzelleme olarak görebilirler. Hayır! Bu ifadem intiharın aslında “bir umutsuzluğun çığlığı” olduğunu söylemektir. Duyması gerekenler (bu olay bağlamında suçlanan) sadece dinibütün yaşayan ya da yaşadığını sanarak çocuklarını buna mecbur kılan anne-babalar değil, çocuklarının kendisine ait olmayan bir birey olduğunu; ondan farklı beğenileri, seçimleri, yaşama bakışlarını olduğunu anlamayan anne-babalar, öğretmenler, meslek tercihinde etkin olan kişiler, eğitim politikalarını, günlük siyaseti üretenlerdir…
Yaşam kendi içinde saçmalığı barındıran, acının yumak yumak olduğu bir çıkmaz sokaktır. Bunu ancak değer üreterek ve kendine ait değerlerini oluşturarak: “Benliği güçlendirerek”, anlam kazanarak aşabiliriz. Bu anlam kazanımı sizi ileriye götürür, yaşama sadece yaşamış olmanın üzerinde değer katar. Yaşamın her rengini ve tonunu sevme ile hayata bağlanırız. Kahrın da hoş lütfun da hoş, diyebiliriz.
Bir yurt olayına bağlayarak bu intiharı yorumlamak sadece basitlik, derinlikli analizden yoksunluktur. Bu yurt ya da çocuğumuzun kaldığı yerin sorumluluğunu kaldırmaz. Öncelikle dini duyarlılık kazandırmak ister Müslüman, ister Hıristiyan, Yahudi isterse Budist olsun hatta ateistin de isteğidir. Her kişi kendi yaşam tarzının topluma hakim olmasını ister. Tüm dinlerde ve ideolojilerde bu çaba yadsınamaz. Çok basitinden siyasi partiler bile hakim olduğu yerel iktidarlarda aynı tutumu sergilemektedir. Bu yanlış mıdır? Bu çaba doğru olduğuna inandığın hayat tarzının benimsenmesi misyonu olarak bakıldığında yanlış değildir. Evet… Bu şekilde yanlış olmayan şey, bir başkasının isteğine rağmen olursa bu bir dayatmadır. İnsana en büyük saygısızlıktır.
Biz çocuğumuza bile yaşam anlayışımızı dayatamayız ve de dayatmamalıyız. Burada öncelikle kişileri dinlemeyi ve kendi isteğiyle bu yaşam biçimini tercih edip etmediğini anlamayı öğrenmeliyiz. Bilelim ki, bu ülkede sevdiğiyle evlenemeyen, istediği okulda okuyamayan, istediği mesleği tercih edemeyen milyonlarca kişi var. Bunun dindar kitleyle ilgisi yok… Laik olup aynı baskıyı yapan aileler de var. Önemli olan ülkemizde özgürce kendisini ifade eden çocuklar yetiştirmek olmalıdır. Özellikle cemaat anlayışını yürüten grupların dinin temelinin iyiyi kötüden ayırmanın yani temyizin önemini, vicdani özgürlüğün dini yaşamın temeli olduğunu bilerek baskılayan bir yaklaşım yerine özgürleştiren bir din anlayışının (la ikraha fi’ddin) İslam’ın inanç temeli olduğunu bilerek hareket etmeleridir. Aksi takdirde Kur’an’da en çok zemmedilen ikiyüzlü (münafık) bir toplum oluşacaktır.
Adım adım gidersek çocuğunuzun ilk adımından itibaren istediklerini kendi değer yargılarınızla yönlendirmeniz anne-baba olarak sizin hakkınız olsa da… O sizden ayrı bir dünyayı solumakta, sizin bakışınızdan daha farklı görmekte, daha farklı renkleri algılamaktadır. Çocuğunuz size değil, sizler çocuğunuza uyum sağlama çabası içinde olmalısınız. Çocuğunuzun isteklerini göz önünde bulundurmalısınız. Onları bir şeylere inandırma çabası içinde olmanız, onun zihnini ve bedenini köleleştirme davranışına dönüşmemelidir.
İkinci aşamada ise okul seçimi çocuğunuzun tercihini göz önünde bulundurarak yapmalısınız. Yine meslek seçimi çocuğunuza rağmen olamaz. Her mesleğin zorluğu ve buna çocuğunuzun katlanabilme, yaşabileceği mesleki zorluklarda çözüm kapasitesi olup olmadığını göz önünde tutmalısınız. Maalesef hekimlik ülkemizde bir işkence eğitimine dönüşmüş, her türlü kaliteli yaşam uzmanlık sonrasına erteleme tercihiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Sıradan bir evin kirasını bile vermesine yetmeyen maaşlar… Son dönemde hükümetin takdir ettiği (sıradan ve sorumsuzluğu olmayan işte çalışan bir lise mezununun aldığı kadar) düşük maaş, emeklilikte el açar duruma düşürülen güdük mü güdük maaş politikasıyla ileri göremeyen hekimlik öğrencilerini umutsuzluğa sürüklemektedir. Bitmeyen nöbetler, kendi içinden çıkan liyakatsiz ve empati yoksunu bakan, bürokrat hatta seninle birkaç ay öncesine kadar aynı polikliniği paylaşan BAŞHEKİM arkadaşının fütursuz, sorununa insanî yaklaşım gösterme becerisinden yoksun davranışları… Üstüne üstlük pandemi döneminde herkes evine kapanır ve tıkır tıkır paralarını alırken hatta ek mesai yapmış gibi fazladan parasını aldığında günlerce ailesinden koparılan, devletin lütfuyla devlet misafirhanelerinde kalan, üstüne suçluymuş gibi döneri kesilen ve bir de filyasyona çıkarılan, sana para verilecek diyerek sonra da allem edip kallem edip verilmeyen ek ödemelerle kandırılan… Bakanın ya da bürokratların yaşadığı sıkıntılardan bîhaber olduğu taksitlerini ödeme güçlüğü yaşayan zavallı doktorların sonunda isyan ederek istifa ettiği bir sağlık sistemi… Kasım ayında haydi yahu bu sefer gördüler be, bu kadar fedakarlığın, sorumluluğun karşılığı olabilir ümidiyle bir söz verildi. O da üç günde hayal oldu…
Bir de yaptığın bu kadar fedakarca çabalarını anlamayan, gece nöbetlerinin insanlık dışı şartları, icap nedeniyle birkaç kez geldiğin hastaneden uykusuz gecelerin sabahında aynı performansı bekleyen idare, hastalar… Evet o saygısız ve şiddeti çözüm olarak gören karşısındaki insanın insanüstü çabasını bile göremeyen zavallı vahşileşen… Saldıran üstüne de şikayet eden canavarlaşmış… güruha dönüşmüş insan müsveddeleri… Bunlara ceza verme liyakati ya da cesareti olmayan hukuk… Sapı senden bir balta gibi işlev gören hekimlik yapmış bakan, bürokrat… Hayattan bezdirmez mi? En küçük açıkta, tıbbi sorumluluğu gerekçe gösterip akbabalar gibi aileleri hekimlerin üzerine salan avukatlar… Malpraksis bahanesiyle almadığı, kazanmadığı kadar, karşısındaki sözde mağduru milyoner yapma sevdasında… Onu zengin yaparken, hekim olmak için yetişirken anasından emdiği sütün burnundan geldiği yetmezmiş gibi, o sütü de ona zehir edip fakirleştiren kararlar veren yargı… İşte bunlardır Enes Kara’yı ölüme sürükleyen şeyler… Çünkü UMUTSUZLUK bir kartopudur. Sonrasında o bir ÇIĞ olacak. Altında kalan ise İNSANLIK olacaktır.
Belki yazılacak daha ne çoook şey var ama … Sadece ama diyorum!