‘Toplumun Bazı Kesimleri Yeni Deprem Haritasını Yanlış Anladı’
Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Muammer Tün, 22 yıl aranın ardından güncellenen ‘Türkiye Deprem Tehlike Haritası’nın birçok kişi tarafından yanlış anlaşıldığını vurguladı.
En son 1996 yılında hazırlanan Türkiye’nin deprem tehlike haritası, 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek Yeni Türkiye Deprem Tehlike Haritası ile güncellenmiş oldu. Yeni deprem haritasında, Türkiye’nin tehlike bölgeleri bir önceki haritaya göre değişiklik gösterirken, bazı kesimler de bunu farklı yorumladı. Deprem tehlikesinin 22 yılda değişebilecek bir şey olmadığını dolayısıyla bazı illerin 'deprem tehlikesi arttı ya da azaldı' şeklinde bir yorumlamanın yanlış olacağını belirten Yrd. Doç. Dr. Muammer Tün, mevcut yapıların bu değerlere göre değerlendirilmesi gerektiğini ve yeni yapılacak yapıların da bu ivme değerleri dikkate alınarak inşa edilmesi gerektiğini söyledi.
"Yeni yapılar bu parametreler dikkate alınarak inşa edilmeli"
Haritanın 22 yıl aradan sonra güncellenmesinin önemli olduğunu dile getiren Yrd. Doç. Dr. Muammer Tün, “Deprem tehlikesi, fay parametreleri kullanılarak belirlenir ancak risk değerlendirmesi fay parametreleri de dikkate alınarak yerel zemin koşulları, mevcut yapı stoku özellikleri ve o bölgede yaşayan nüfus bilgileri de kullanılarak yapılır. Risk; can kaybı, yaralanma, binaların hasara uğraması veya yıkılması, zemin deformasyonları gibi durumların gerçekleşme potansiyeli anlamına gelir. Benim asıl vurgulamak istediğim konulardan biri şu. AFAD’ın sitesinde yayınlanmasından sonra çevremizde karşılaştığımız en çok sorulardan birisi ‘Ben riskli bölgede miyim? Benim binam yıkılır mı? Bir deprem olursa benim binam riskli bölgede mi?’ Bu aslında yanlış bir kavram. Çünkü bu ‘Türkiye Deprem Tehlike Haritası’, risk haritası değil. Toplumsal algıyı doğru yönde yönlendirmek son derece önemli. Burada tehlike ve risk kavramlarını ayırt edilmeli. Örneğin, deprem bir tehlikedir, bir doğa olayıdır. Ama o tehlike meydana gelmesinden sonra can ve mal kayıplarının yaşanma olasılığı veya binanın yıkılma olasılığı gibi değerlendirmelere girdiğimizde ki bunlar toplumun afetlere karşı direncine, hazırlığına, hassasiyetine karşı değişen faktörlerdir, risk ortaya çıkar. Bu noktada, bunu vurgulamak istiyorum. Peki bu harita bize neyi söylüyor? Bir deprem meydana gelmesi durumunda olasılıksal olarak maksimum yer ivmesi miktarını söylüyor. Bunlar göz önünde bulundurularak hem mevcut yapı stokunun yeniden değerlendirilmesi hem de yeni yapıların bu parametreler dikkate alınarak tasarlanması ve inşa edilmesi gerekmektedir” dedi.
"Vatandaşların sigortalarını yaptırması gerekiyor"
Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Muammer Tün şunları kaydetti:
"Eski haritada en tehlikeli bölge olarak ifade edilen 1. derece deprem bölgesinde en büyük yer ivmesi 0.4 g'nin üzerinde olan alanlardı. Yeni haritada böyle bir bölgeleme yapılmamıştır ancak ülke coğrafyasının yaklaşık yüzde 18’inde en büyük ivme değerinin 0.4 g'nin üzerine çıktığı görülmektedir. Burada yaşayan nüfus oranına baktığımızda yüzde 27 olarak AFAD yetkilileri tarafından açıklanmıştır. Peki gerçekten deprem anında bu değerlerde yer sarsılır mı? Hayır, yer altı yapısı ve zemin koşullarına bağlı olarak da bu değerler değişmektedir. Örneğin, yeni haritada Eskişehir ili Çukurhisar-Sultandere Fay Segmenti boyunca 0.2-0.3 g olarak sınırlandırılan alanlarda 0.4 g ve üzeri ivmelerin meydana gelebileceği toprak zeminler olabileceği gibi, 0.3-0.4 g aralığında gösterilen alanlarda ise 0.2 g ve daha düşük ivmelerin olabileceği kaya zeminler bulunmaktadır. Tehlike haritası tüm ülke coğrafyasını kaya zemin olarak kabul eder. Biz Eskişehir ovasında bu durumu yorumladığımızda, ovanın bazı alanlarında ana kaya derinliğinin yer yer 800-900 metrelere ulaştığını görüyoruz. Dolayısıyla böyle bir zemin üzerinde tehlike haritasında belirtilen en büyük yer ivmesi değerlerinden çok daha yüksek ivmeli yer hareketleri meydana gelebilecektir. Eskişehir kent merkezinde karşılaşılacak en yüksek ivme değeri 0.29 g olarak ifade edilmiş. Fakat graben yapısı dikkate alındığında bunun daha yüksek değerlere ulaşması olası görünüyor. Dolayısıyla burada risk kavramına giriliyor. Bu risklerin hem zemin açısından hem mevcut yapı stoku açısından detaylı bir şekilde ortaya konmasına yönelik projelerin hızla hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu noktada yerel risklerin belirlenmesine yönelik özellikle yerel yönetimlere büyük görev düşüyor ve tespiti yapılan risk oluşturabilecek problemlere çözümler geliştirmesi gerekiyor. Vatandaşlarımızın da sigortalarını yaptırmalarını özellikle burada vurgulamak isterim. Bu doğa olayı kaçınılmaz. Yağmur yağması gibi bir olay aslında. Depremler olmazsa aynı yağmurun yağmaması gibi ikincil diğer sorunlarla karşılaşırız."
"Riski değil, tehlike bölgelerini ifade ediyor"
Yrd. Doç. Dr. Tün, konuşmasını şöyle noktaladı:
"Bunları burada tartışmaktan ziyade yeni haritanın neyi ifade ettiğini ortaya koymak, bunu topluma ifade etmek aslında önemli olan. Bunun riski değil, tehlike bölgelerini ifade ettiğini vurgulamak gerekir. Ülke nüfusunun yüzde 27’sinin yüksek deprem tehlikesi olan bölgelerde yaşadığını ifade etmek riski tam olarak ortaya koymaz. Yaşadığımız bölgede, deprem tehlikesi kaynaklı karşılaşılabilecek risklerin neler olabileceğini ortaya koyduktan sonra, bu risklerin gerçekleşme potansiyeli, hesaplanan parametreler ve sayısal değerler üzerinden doğru bir şekilde tartışılması gerektiğini vurgulamak isterim."