En Eski Türk Müziğinin Genç Bekçisi
19 yaşında elektro gitarını satıp dombıra alarak Orta Asya Türk müziğiyle ilgilenmeye başlayan üniversite öğrencisi Akdeniz Erbaş, şimdi ise çaldığı sayısız müzik aletiyle en eski Türk müziğini tekrar gün yüzüne çıkarmayı hedefliyor.
Milattan önce Orta Asya’ya dayanan Türk tarihinin ve kültürünün bir parçası olan Türk müziği, milenyum çağı olarak adlandırılan dönemde çok az kişi tarafından biliniyor. Türklerin kendi öz kültürüne ait olan dombıra, kopuz, çopo çor, kılkopuz, kam davul ve daha nice otantik Türk enstrümanları unutulmaya yüz tutmuş vaziyette kullanılmayı bekliyor. Kendi tarihinden, kültüründen ve sanat anlayışından uzaklaşmayı reddeden Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü öğrencisi Akdeniz Erbaş ise görenleri kendisine hayran bırakıyor. İnternetten izlediği videolar ile Orta Asya Türk müziği ile tanışan, sonrasında ise maddi zorluklar nedeniyle elektro gitarını satıp dombıra alan Erbaş, şimdilerde yaptığı işler ile adından sıkça söz ettiriyor. Gırtlak müziğinden kam davulu, dombıra, çopo çor ve ağız kopuzuna kadar Türk kültürüne ait birçok enstrümanı yaşatan üniversite öğrencisi Erbaş’ın hedefi ise unutulmaya yüz tutmuş kültürün tekrar gün yüzüne çıkması.
“Türklerin en eski müziğini icra ediyorum”
Türkoloji bölümünde lisans eğitimi gören Akdeniz Erbaş, Türkiye’de Türklerin en eski müziği olarak nitelendirdiği müzikle ilgilenenlerin çok az olduğundan yakındı. Erbaş, “Ben aslında Türklerin en eski müziğini icra ediyorum ve Türkiye’de bu müziği yapan pek fazla insan yok. Bu müzik de pek fazla bilinmiyor. Türk Dünyası müzikleriyle uğraşıyorum fakat daha çok Sibirya Türklerinin ve Moğolların müziğine yoğunlaşmış durumdayım. Örneğin, dombıra diye bir çalgı kullanıyorum, tabi son zamanlarda meşhur olan şarkıdan dolayı da patladı fakat dombıra Türklerin en eski çalgılarından biridir. Aynı zamanda ağız kopuzu diye bir çalgı var, o da demirden yapılan bir çalgıdır. Demir kutsaldır Türkler için. O da Türklerin en kadim çalgılarından biridir. Onun dışında çopo çor dediğimiz bir çalgı var Kırgızların ve Kazakların kullandığı. O da kilden yapılan bir çalgı. O da Türklerin en eski müziklerine doğru giden bir çalgıdır” şeklinde konuştu.
“Genetik kodlara işlemiş bazı şeyleri uyandırdı”
Türkiye’de Orta Asya Türk müziği ile fazla ilgilenen olmaması nedeniyle başlangıçta çok zorlandığını belirten Akdeniz Erbaş, internette dolaşırken bu müziğe denk geldiğini ve genetik kodlarına işlemiş bir şeyler uyandırdığını ifade etti. Erbaş, “Ben bu müziklere internetten görerek başladım, çünkü Türkiye’de bu müzikleri icra eden yoktu, bilen de çok fazla yoktu. Ben internette gezinirken bu müziğe rastladım 6-7 yıl önce ve dedim ki: ‘Benim bu müziği yapamam lazım.’ Bu müzik bende farklı şeyler hissettirdi. İçimde kalmış, genetik kodlara işlemiş bazı şeyleri uyandırdı bu müzik bende. İlk başladığım zamanlarda dombıra alırken çok zorlandım ve bunu almak için elektrogitarımı satmıştım. Metal müzikle uğraşıyordum, biraz rock müzik yapıyordum. Elektrogitarımı satıp dombıra aldım, bir yerden temin ettim ama çok zordu. O zamanlar o bölgeden arkadaşlarım falan da yok. Bu yüzden başladığım ilk zamanlarda çok zorlandım fakat sonraları oralardaki insanları da tanıyarak ve onların dillerini de öğrenerek bu müzikleri ilerletmeye başladım” diye konuştu.
“Tarihi köklü olan müziklerin sentez müziklerde yaşayacağını düşünüyorum”
Sadece Türkiye’de olmamakla birlikte tüm dünyada insanların; içerik açısından zayıf, emek harcanmadan ve kalitesizce üretilen müziklere çok daha fazla ilgi gösterdiğini ifade eden Erbaş, vatandaşların kendi öz müziklerinden uzaklaşmaya başladıklarını dile getirdi. Erbaş, “Global düzenle birlikte insanlar kolay tüketebileceği müziklere temayül etti. Kolay tüketebileceği müzik türlerinden de kendi müziklerinden uzaklaşmaya başladılar. Bizim en eski müziğimiz bu. Milattan önceye kadar uzanıyor bu müziğin tarihi ve Çin kaynaklarında geçiyor: ‘Türkler müzik yaparken doğa seslerini kullanırlardı’ diyor. Ben de mesela doğa seslerini kullanıyorum müzik yaparken. Sibirya Türkleri de doğadan gelen sesleri kullanıyor. Ben bunun sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Fakat devir de değiştiği için; batı müziğinde, elektronik müzikte başka müziklerde bu türdeki gırtlak müziğini, eski Sibirya müziğini kullanmaya başladılar. Bunun gibi aslında tarihi olan, geçmişe dayanan ve tarihi köklü olan müziklerin sentez müziklerde yaşayacağını düşünüyorum ben. Batıda da bunun ilgisini çok fazla görüyoruz. Türkiye’de de bunun ilgisini yavaş yavaş görmek istiyorum. Ben aynı zamanda bu işe akademik olarak da gönül vermiş bir insanım. Türkoloji okuyorum. Bu işi akademik ve bilimsel anlamda da tahsil alarak devam ettirmek istiyorum ki insanlara doğru bir şekilde hem müziği hem kültürü hem de dili; Türk dilini, Türk tarihini gösterebileyim diye. Mesela ben müziklerimde, bir beste yaptığım zaman o bestenin tarihi bir ağırlığının olmasına bakıyorum. Bir edebi eser müzikle buluştuğu zaman daha kuvvetli bir sanat ortaya çıkıyor” dedi.