Eskişehirli Erdağ, Afrin’i Yazdı
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisâdi İdârî Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr Ramazan Erdağ, Star Gazetesi'nde Afrin'i yazdı. Afrin'e, Afrin Harekâtı'na Toplumsal Desteğin sebebleri başlıklı yazısında Erdağ, iki sebeb öne çıkararak, şöyle açıkladı:
"Birincisi, Türkiye otuz yılı aşkın süredir terörle mücadele etmektedir ve halk artık PKK ve uzantılarıyla mücadelede sonuna kadar gidilmesini istemektedir. İkincisi, içerisindeki FETÖ üyesi teröristler temizlendikçe ve aslî görevi olan ülke savunmasını önceledikçe halkın orduya güveni artmış ve Afrin Harekâtı bunu perçinlemiştir."
Arap Baharı'nın,Türkiye'ye 'meydan okuma' olarak döndüğünü, Suriye'deki otoritenin boşaldığını ve bu otorite boşluklarının da terör örgütlerine fırsat verdiğini, merkezlerin terör örgütlerine geçtiğini ve bunun sonucunda Türkiye'nin Suriye sınırındaki köylerine, ilçelerine roket saldırıları ve bu sâyede mal ve can kayıpları ayağıyla Türkiye'nin sınır güvenliğini tehdit etmeye başladığını yazdı.
Erdağ, Fetöcü Terör Örgütü'nün 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra TSK'nın harekât mekânizmasının tartışıldığını ve hemen sonra ordunun temizlenmeye başladığını ve daha sonra komuta kademesinin de değişmesiyle harekât kâbiliyetinin arttığını ifâde etti. Erdağ'ın yazısına şöyle devam etti:
"(…)
Bu yeniden yapılanma sürecinin hemen ardından Cerablus-Azez-El Bab bölgesini kontrol ve DEAŞ terör örgütünden temizleme amacı ile 24 Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı (FKH), ordunun darbe girişimi nedeni ile harekât kabiliyetinde aksama oluşabileceği endişelerini boşa çıkarmıştır. TSK, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 51. Maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkını kullanarak güney sınırının güvenliğini ve bölgenin DEAŞ terör örgütünden temizlenmesini sağlamak amacıyla FKH’yı başlatmıştır. Türki-ye’nin güvenlik öncelikli harekâtı aynı zamanda bölgenin yeniden imarı, hayatın normalleşmesi ve Cerablus, Azez ve El-Bab bölgelerinin yaşam merkezi haline gelmesini sağlamıştır.
Türkiye’nin FKH’dan sonra güney sınırındaki güvenlik tehditleri Afrin bölgesindeki YPG kaynaklı devam etmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel aktörlere Afrin bölgesinde Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden PKK/KCK/PYD-YPG terör örgütlerinin faaliyetlerine son verilmesi çağrılarına rağmen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) terör örgütlerine karşı Türkiye ile işbirliği yapmak yerine DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle söz konusu örgütlere silah yardımında bulunmaya devam etmiştir. Bu aşamadan sonra Türkiye özellikle Rusya ile gerçekleştirdiği yakın işbirliği ile önce İdlib’de çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması için kontrol noktaları oluşturmuş, 20 Ocak 2018 tarihinde de YPG temelli terör saldırılarını engellemek amacı ile Afrin’e yönelik Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı’nı (ZDH) başlatmıştır."
Bu konunun sonrasında da "Meşrû Müdafaâ Hakkı" nı işleyen Erdağ; ÖSO-TSK birlikteliği, harekâtın önemini açıkladı. Yazının sonunda ise "Sonuna kadar gidilsin" başlığı altında da; "
Harekâta toplumsal desteğin arka planında iki önemli unsurun bulunduğunun altını çizmek gerekmektedir. Birincisi, Türkiye otuz yılı aşkın süredir terörle mücadele etmektedir. Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğundan dolayı PKK’nın bölgede alan bulması neticesinde Türkiye gerek ülke içinde gerekse sınır dışında yoğun şekilde PKK ile mücadele etmektedir. Şimdi tıpkı Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinde de benzer otorite boşluğunun oluşmasıyla farklı adlar kullanılsa da PKK’nın Türkiye’nin güney sınırında bir terör koridoru oluşturması Türkiye’nin güney sınırını da terör tehdidi ile karşı karşıya getirmektedir. ZDH ile ortaya çıkan tünel ve sığınaklar güney illerimizde yaşanan birçok terör eyleminin PKK’nın bu bölgede oluşturmaya çalıştığı terör koridoru neticesinde gerçekleştiğini göstermektedir. Bu bağlamda toplum PKK’nın bu bölgede kontrolü ele geçirme-sinin engellenmesi ve sınır illerinde yaşanan saldırı ve eylemlerin sona erdirilmesi için başından itibaren harekâta ciddi destek sağlamaktadır.
İkincisi ise, Türkiye’nin tarihsel olarak neredeyse her on yılda bir darbe tehdidi ile karşı karşıya gelmesi orduya karşı toplumsal bakış açısına ve ordunun saygınlığına büyük zarar vermiştir. 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminde ise halk ordu içerisine sızmış teröristlerin girişimini geri püskürterek vatanını savunma konusunda tarihi bir destan yazmıştır. Darbe girişiminde halka karşı sürülen tankın önüne yatarak kendisini ülkesi için kurban eden halk, içerisindeki FETÖ üyesi teröristler temizlendikçe ve asli görevi olan ülke savunması için harekâtlar düzenledikçe orduya desteğini ve duyarlılığını operasyonlara katılan askerler için kurban keserek göstermiştir." cümlelerine yerdikten sonra Zeytin Dalı Harekâtı'nın terör örgütlerini hedef alan ve sivillerin can ve mal güvenliklerini hassâsiyetle koruyan ve bölgeye insanî yardım koridoru açan bir operasyon olduğunu dile getirerek yazısını tamamladı.
Doç. Dr. Erdağ'ın yazısının tam metni aşağıda verilmiştir:
"Afrin Harekatı’na Toplumsal Desteğin Sebepleri"
Zeytin Dalı Harekatı’na toplumsal desteğin arka planında iki önemli sebep var. Birincisi, Türkiye otuz yılı aşkın süredir terörle mücadele etmektedir ve halk artık PKK ve uzantılarıyla mücadelede sonuna kadar gidilmesini istemektedir. İkincisi, içerisindeki FETÖ üyesi teröristler temizlendikçe ve asli görevi olan ülke savunmasını önceledikçe halkın orduya güveni artmış ve Afrin harekatı bunu perçinlemiştir.
Türkiye Arap Baharı sürecinde önemli güvenlik meydan okumaları ile karşı karşıya kalmıştır. 2012 yılından itibaren belirginleşen Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu bu bölgelerin Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden terör örgütlerinin kontrolüne geçmesine yol açmıştır. Bu çerçevede DEAŞ ve PKK ile PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD gibi terör örgütleri aynı çizgide hareket ederek Suriye’nin kuzey hattında terör koridoru oluşturmayı hedeflemiştir. Türkiye’nin güney sınır illerine yönelik roket saldırıları ve yaşanan can kayıpları bölgeye müdahaleyi zorunlu hale getirmiştir.
15 Temmuz 2016 tarihindeki hain Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) darbe girişimi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) imajını olumsuz yönde etkilemiş, ordunun darbe sonrası süreçte harekât yeteneğinde bir zafiyet oluşup oluşmadığı tartışılmaya başlanmıştır. Fakat ordu içerisindeki FETÖ mensuplarının hızla temizlenmeye başlanması ile birlikte ordunun harekât yeteneği artmış ve komuta yapısında önemli değişiklikler yapılmıştır.
Bu yeniden yapılanma sürecinin hemen ardından Cerablus-Azez-El Bab bölgesini kontrol ve DEAŞ terör örgütünden temizleme amacı ile 24 Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı (FKH), ordunun darbe girişimi nedeni ile harekât kabiliyetinde aksama oluşabileceği endişelerini boşa çıkarmıştır. TSK, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 51. Maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkını kullanarak güney sınırının güvenliğini ve bölgenin DEAŞ terör örgütünden temizlenmesini sağlamak amacıyla FKH’yı başlatmıştır. Türki-ye’nin güvenlik öncelikli harekâtı aynı zamanda bölgenin yeniden imarı, hayatın normalleşmesi ve Cerablus, Azez ve El-Bab bölgelerinin yaşam merkezi haline gelmesini sağlamıştır.
Türkiye’nin FKH’dan sonra güney sınırındaki güvenlik tehditleri Afrin bölgesindeki YPG kaynaklı devam etmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel aktörlere Afrin bölgesinde Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden PKK/KCK/PYD-YPG terör örgütlerinin faaliyetlerine son verilmesi çağrılarına rağmen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) terör örgütlerine karşı Türkiye ile işbirliği yapmak yerine DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle söz konusu örgütlere silah yardımında bulunmaya devam etmiştir. Bu aşamadan sonra Türkiye özellikle Rusya ile gerçekleştirdiği yakın işbirliği ile önce İdlib’de çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması için kontrol noktaları oluşturmuş, 20 Ocak 2018 tarihinde de YPG temelli terör saldırılarını engellemek amacı ile Afrin’e yönelik Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı’nı (ZDH) başlatmıştır.
Meşru müdafaa hakkı
ZDH tıpkı FKH’da olduğu gibi BM Anlaşması’nın 51. maddesindeki meşru müdafaa hakkı çerçevesinde yürütülmektedir. Söz konusu maddeye göre BM’ye üye devletlerden birinin silahlı saldırıya uğraması durumunda BM Güvenlik Konseyi önlem alıncaya kadar saldırıya uğrayan ülkenin kendini savunma hakkı vardır. Türkiye aslında Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru oluşturulmaya başlandığı dönemden itibaren terör örgütlerinin silahlı saldırılarına maruz kalmıştır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge ve insani yardım koridoru oluşturulması önerisi kabul edilme-miş tam tersine bu bölgelerin PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin kontrolüne geçmesi sağlanmıştır. Bu nedenle Türkiye uluslararası hukuktan doğan meşru hakkını kullanmakta ve ülkesinin sınır güvenliğini tehdit eden, masum sivillerin can ve mal güvenliğine kast eden terör örgütle-rine karşı oldukça başarılı askeri operasyonlar yürütmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği ÖSÖ destekli harekâtların temel amacı, ulusal güvenliğini sağlama, bölgeyi terör örgütlerinden temizleme ve bölgedeki hayatı normalleştirerek bölge halkı için yaşam alanı oluşturmaktır. Bu yönüyle söz konusu harekâtlar uluslararası hukuka uygun ve meşru olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin bu harekâtlardaki tek hedefi kendisine silahlı saldırı gerçekleştiren terör örgütleridir.
FKH’ya kıyasla daha zor bir coğrafya ve teröristlere korunaklı bir zemin sağlayan tünellerle karşılaşan Türkiye, bir yandan harekâtın ilerlemesi için çaba sarf ederken diğer yandan bölgedeki sivillerin can ve mal güvenliklerinin korunması için azami özen göstermektedir. Bu yönüyle harekâtın önceliğinin sivillerin güvenliği olduğu net bir biçimde anlaşılmaktadır. Öte yandan geçmişlerinde sadece kan ve gözyaşı bırakan askeri operasyonları ile bilinen ülkelerin Türkiye’ye sivil hassasiyeti uyarısında bulunması da trajik bir durumdur. Türkiye’nin gerek Suriyeli sığınmacılara karşı izlediği açık kapı politikası ve sağladığı insani yardım gerekse FKH sonrası Cerablus, Azez ve El-Bab bölgesinde hayatın normale dönmesi, eğitimden, sağlığa altyapının tamamının Türkiye’nin desteği ile yeniden kurulmuş olması Türkiye’nin gerçekleştirdiği harekâtların olumlu sonuçlarını ortaya koymaktadır. Açıkça ifade etmek gerekirse, Türkiye şu anda ZDH ile Afrin’de dünyaya her yönüyle örnek olacak bir harekât icra etmektedir.
ZDH’nın dış yansımalarına bakıldığında ise, Türkiye’nin yürüttüğü harekâtın meşruiyetine dair tartışmalar yerine harekâtın ne kadar sürede tamamlanacağı ve Afrin’den sonra harekâtın nereye yöneleceğine ilişkin olduğu görülmekte. Aslında bu tartışmaların arka planında Türkiye’nin güvenlik endişelerini görmezden gelen bir yaklaşım söz konusudur. Batılı ülkelerin (birkaç istisna hariç) tıpkı FETÖ darbe girişiminde olduğu gibi terör örgütleriyle mücadelede Türkiye’ye gereken desteği vermediği ve bunun yanında terör örgütlerinin kendi ülkeleri içerisinde her türlü eylemine zemin hazırladığı da açıkça görülmektedir.
Milli istihbarat ve lojistik
ZDH için bahsedilmesi gereken önemli bir diğer nokta ise harekâtın planlanma sürecidir. Afrin harekâtı öncesinde başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere terörle mücadele ve sınır güvenliği konusunda taviz verilmeyeceği, sınır içerisinde ya da ötesinde gerekli operasyonlar yapılacağı ulusal ve uluslararası kamuoyuna açık ve kararlı şekilde ilan edilmiştir. Harekatın siyasi hedefleri iyi belirlenmiş ve açıklanmıştır. Ayrıca bölgenin yapısı ve harekatın aşamalarına uygun kuvvet ve personel planlanmasının da iyi yapıldığı görülmektedir. Bunun yanında FKH’da olduğu gibi ZDH’da da sahada görünür olmayan iki unsura dikkati çekmek gerekiyor: İstihbarat ve lojistik.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı Suriye’de terör örgütlerine karşı gerçekleştirilen harekâtlarda çok kritik bir rol oynuyor. Son dönemde artan operasyonel yeteneği ile MİT harekâtın askeri başarısı ve sivil kayıpların önlenmesi konusunda sahada önemli bilgi akışı sağlamaktadır. Öte yandan Türkiye’nin savunma sanayinde gerçekleştirdiği atılım neticesinde harekâtta büyük oranda yerli imkânlarla üretilen silah ve mühimmat kullanılmaktadır. Bu bağlamda dışa bağımlılığın önemli oranda azaldığı da açıkça görülmektedir. Dahası sahada harekât planının lojistik ayağının da iyi oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Sahada çatışan unsurların operasyon alanı oldukça geniş olmasına rağmen her türlü ikmal kesintisiz sağlanmak-ta ve MİT personeli ve lojistik unsurlar harekâtın gizli kahramanları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Harekâtta yer alan tüm personelin her türlü ihtiyacının kesintisiz sağlanmasının yanında harekâtın başlangıcından itibaren operasyonda görev alacak personelin bölgeye sevk edilmesinde halkın çok geniş desteği söz konusu olmaktadır. Yurdun dört bir yanından gencinden yaşlısına harekâtta görev yapan personel için kışlık kıyafet, yiyecek ve destek mektupları operasyon bölgesine ulaştırılmaktadır. Bunun yanında toplumda harekâtın gerekliliği ve zamanlaması konusunda da büyük bir destek söz konusudur. Harekâtın ilerleyen aşamalarında terör örgütünden temizlenen bölgelerde ele geçirilen tünel ve sığınaklar alenen Türkiye’nin endişelerinin ne derece haklı olduğunu kanıtlamaktadır. Bu yönüyle Türk halkı ülkesinin güvenliğini doğrudan tehdit eden terör unsurlarına karşı sonuna kadar mücadele edilmesi konusunda büyük bir kararlılık örneği sergilemektedir.
‘Sonuna kadar gidilsin’
Harekâta toplumsal desteğin arka planında iki önemli unsurun bulunduğunun altını çizmek gerekmektedir. Birincisi, Türkiye otuz yılı aşkın süredir terörle mücadele etmektedir. Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğundan dolayı PKK’nın bölgede alan bulması neticesinde Türkiye gerek ülke içinde gerekse sınır dışında yoğun şekilde PKK ile mücadele etmektedir. Şimdi tıpkı Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinde de benzer otorite boşluğunun oluşmasıyla farklı adlar kullanılsa da PKK’nın Türkiye’nin güney sınırında bir terör koridoru oluşturması Türkiye’nin güney sınırını da terör tehdidi ile karşı karşıya getirmektedir. ZDH ile ortaya çıkan tünel ve sığınaklar güney illerimizde yaşanan birçok terör eyleminin PKK’nın bu bölgede oluşturmaya çalıştığı terör koridoru neticesinde gerçekleştiğini göstermektedir. Bu bağlamda toplum PKK’nın bu bölgede kontrolü ele geçirme-sinin engellenmesi ve sınır illerinde yaşanan saldırı ve eylemlerin sona erdirilmesi için başından itibaren harekâta ciddi destek sağlamaktadır.
İkincisi ise, Türkiye’nin tarihsel olarak neredeyse her on yılda bir darbe tehdidi ile karşı karşıya gelmesi orduya karşı toplumsal bakış açısına ve ordunun saygınlığına büyük zarar vermiştir. 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminde ise halk ordu içerisine sızmış teröristlerin girişimini geri püskürterek vatanını savunma konusunda tarihi bir destan yazmıştır. Darbe girişiminde halka karşı sürülen tankın önüne yatarak kendisini ülkesi için kurban eden halk, içerisindeki FETÖ üyesi teröristler temizlendikçe ve asli görevi olan ülke savunması için harekâtlar düzenledikçe orduya desteğini ve duyarlılığını operasyonlara katılan askerler için kurban keserek göstermiştir.
Sonuç itibarıyla ZDH sadece terör örgütlerini hedef alan, sivillerin can ve mal güvenliğine büyük bir hassasiyet gösteren ve bölgeye insani yardım koridoru açan bir operasyon olarak devam etmektedir. Karar alıcı aktörlerin kararlı söylemlerinden harekâtın terör örgütlerinin tamamı bölgeden temizleninceye kadar sürdürüleceği anlaşılmaktadır."