Gusto’n var mı şekerim?
Merhaba sevgili okurlar! Bu köşede her hafta buluşacağız. Birlikte kişisel bakım, stil ve moda dünyasında küçük gezintilere çıkacağız. Ama dikkat, öyle kalıplaşmış güzellik standartları ya da “herkes bunu yapıyor” laflarına pek yüz vermeyeceğiz. Çünkü konu kendimize dair bir şeyse, başkalarının kalıplarına ihtiyacımız yok, değil mi?
Kişisel bakım, stil, moda… Her köşede karşımıza çıkan, “Bunu yapmazsan eksik kalırsın,” dedirten bir sürü tavsiye. Bunlar gerçekten zorunlu mu? Yoksa kendimizi keşfetme yolculuğunda bize renk katan, ufak mutluluklar mı? Bakalım, kıyafet seçimlerimiz ve bakım ritüellerimiz; kendimize gösterdiğimiz saygının bir yansıması mı, yoksa toplumun üstümüze yüklediği bir sorumluluk mu?
Peki ya “uygun doz” ne demek? Yani, bu “kendine bak” ritüellerine ne kadar zaman ayırmalıyız? Markaların “al, daha çok al” diye fısıldayan cazibesi karşısında nasıl sağlam duracağız? Her gördüğümüz ürünü almalı mıyız? Ya da soruyu tersten soralım: Bu ürünler gerçekten ruhumuzu mu besliyor, yoksa bizi kapitalizmin o meşhur sonsuz döngüsüne mi hapsediyor?
Hadi biraz düşündük diyelim; belki bazılarımız için kişisel bakım ve stil, kendimizi tanımanın renkli bir yolu, bir çeşit kendine yatırım. Ama dürüst olalım, ıssız bir adaya düşsek yine bu ritüelleri yapar mıydık? Yoksa tüm bu çabalar, modern dünyanın koşullarına ayak uydurmak adına kendimizi “daha çok beğenilme” yarışına sokmak mı?
Ve belki de burada aradığımız şey; işin özünü yakalamak, yani gusto sahibi olmak. Evet, gusto… Hani Bahar’ın müstakbel dünürünün hatırlattığı kavram: kendine has, incelikle seçilmiş bir zevk anlayışı. Gusto sahibi olmak demek, her şeyin en pahalısını değil, kendine en uygun olanı seçebilmek demek. Ve bu köşede de yapmaya çalışacağımız tam olarak bu; kendimize dair keşiflerimizi, tüketim çılgınlığından uzak, sade ama içten bir serüvene dönüştürmek.
En değerli olanı bulmak, en içten haliyle yaşamak dileğiyle…