Aynalar Krallığı
Koşturuyoruz, yüreğimizin gittiği yere değil
kalabalığın olduğu yere oturuyoruz…
Konuşuyoruz, ruhumuzdan değil
kıyafetimizden, saatimizden, çantamızdan bahsediyoruz.
Bir araya geliyoruz, hasretten, özlemden değil
sosyal olduğumuzu ispatlıyoruz…
Fotoğraf çekerken yemekler soğuyor. Üzerine duman efekti koyuyoruz…
Paylaşmaktan muhabbete vakit kalmıyor, bunu saymıyoruz.
Yazışırken dertleşmeyi unutuyoruz, kendi kendimize kalıyoruz.
Beğeniler, yorumlar, paylaşımlar kat kat artıyor, benliğimizi devleştiriyoruz.
Ele güne karşı bütün sığ yanlarımızı, rezil olma duygusu taşımadan, deşifre ediyoruz. Dağınık odamızı, biçimsiz saçımızı düzeltmeye bile ihtiyaç duymuyoruz. Nasıl olsa her halimizle kendimizi olumluyoruz, benliğimizi çoğaltıyoruz… Eskiden aynalar sırlanırmış, şimdi sırlara ayna tutuyoruz…
Herkese, her mesafeden ulaşabileceğimize öyle inanıyoruz ki “Merhaba”dan sonra sen-benli konuşabiliyoruz. Karşımızdakinin her sorumuza anında cevap vermesini beklemek zaten en doğal hakkımız, bunu biliyoruz…
Küstahlıkla cehaletimizi büyütüyoruz, fark etmiyoruz…
Artık sohbetlerimiz ikili monolog oluyor, idrak edemiyoruz…
Tek ortak noktada buluşuyoruz ve etiketliyoruz “BEN!”
Başkaları sadece menfaatimize gelince bizi ilgilendiriyor. Bizim benliğimizi besledikleri müddetçe yanımızda kalabiliyorlar. Kendimizin sevgilisiyiz, kendimizle evliyiz, kendimizi doğuruyoruz, kendimizi büyütüyoruz… Kendimize hastayız, kendimizin hastasıyız…
Bedenimiz, ruhumuz, kalbimiz ve aklımız üretmeye meyyalken biz onları egomuzun çarkları arasında öğütüyoruz. Ayna olan her yerde kendi krallığımızı ilan ediyoruz.