DEVİR VE DEVRAN DENİZİNDE!..
“Bizim zamanımız” dediğimiz dilim ömrümüzün kaçta kaçı?
Nereden sonra bizim değil?
Nereden nereye kadar ileriye ve artık nereden sonra geriye bakınca aidiyet hissetmiyoruz?
Kendi çocuklarımız ile kendi çocukluğumuzun arasındaki büyük uçurumun içine mi düştük?
Devir ve devran denizinde, “bu bizim yüzdüğümüz deniz değil, biz başka denizlerin balıkçısıydık” dercesine uzaktan mı bakıyoruz?
Hali hazırda içinde yaşamaya devam ettiğimiz devirde işaret edip gösterecek kadar karşıdan mı bakıyoruz?
“Olur öyle şeyler” diyerek normalize ettiğimiz gailelerden, “Nasıl olur öyle şeyler” dediğimiz yıllarda mı yaşıyoruz?
Maişetin giz’emi kalmadı belki de ondan..
Giz’in mucizelerinden beslendiğimiz güz’elliklerden mahrumuz artık.
Aleniliğin verdiği bir yabancılık var.
Bizim heyecanımız bizim zamanımızdı.
Şaşırmayı bile mutluluklarimız beslemesi bizim.
Bugün dün olduğu, dünlerin haftalar, haftaların aylar, ayların yıllar olmayı başardığı o yürek ve ayak izlerimizin olduğu yıllardı bizim zamanımız.
“Bizim mahalle” diyerek koca mahalleyi sahiplendiğimiz yıllardı, avucumuzun içindeki telefonda değil, iç cebimizde hatta içimizde sakladığımız giz’li mektuplardı, fotoğraflardı.
Köstekli saatlerin samimiyetiydi bizim zamanımız..
Her şeyi söyleyen bakışlar vardı.
Şimdi ise hiçbir şey ifade etmeyen sözlere bakakalıyoruz.
Araf’ı dünyada yaşıyor gibiyiz.
Ne gönlümüz Eşkiyalığa razı,
Ne nefsimiz evliyalığa.
Ve belki de Ruhu Azade’nin dediği gibi,
“Abad olmak ile azad olmak gibi bir şey bu,
İki kaburgamızın arasında yurdunu arayan..
Bir yerden sonra önüne bakamamak ve sürekli arkana baka baka yürümek zorunda kalmak belki de gitmek..
Ve geriye bakmaya başladiğinda kendi zamanından uzaklaştığını anlamak.Aklının, kalbinin, sesinin, gülüşünün ve zamanının kaldığı geriye bakmak..
Gitmiş oluyor mu insan hakikaten bilmem ama bizi emanet hissetiren en önemli şey bence şaşırmamak.
Gözyaşlarımız bile farklı şeyler için dökülürdü bizim,
Bir bebek için, kesilen saçlarımız için, küçük mavi bir arabamızın kaybolması için belki de.
Şimdi ifsalar, iflaslar, iftiralar,savaşlar..Bunlar bile ağlatmıyor bizi.
Çünkü şaşırmıyoruz.
Şimdi daha mı güçlüyüz yoksa daha mı alışkın?
Kaybetmeye, yitirmeye, yozlaşmaya alışmış, alıştırılmış.yolcularız belki de..
Geriye baka baka yüreği zamana takılıp düşen ya da zamanı yüreğinden düşen biçareleriz.
“Herkes bir hoşçakal kadar yalnız, herkes bir veda kadar kapısında duruyor zamanın”
Hoş kalın, hoşçakalın DOSTLAR..