HADEEEE HATIRACI GELDİ HANIIM.
Laylon terlik alaaaaayım, tencere vereyrim.Bohcacı kadınlar geldi gözümün önüne.Ayı oynatanlar,ip cambazı boncuk dayı geldi.Kilciler.Kalaycılar, katrancılar, saraç rahmetli Recep abi, Saraç Sali aga, nalbant Kadir, nalbant Mevlüt.Çancılar, Dişçi Tekin abi.
Nazif amcanın kemik sulu çorbası, Kazım Süter lokantası, Parmaksızın lokantası, Kuşçu Bekir’ in kahvesi,Ahmet Yontunç kahvesi, Ebruli Mustafa abi.Mekanları Cennet olsun hepsinin.
Yaşlandık mı yoksa? Gene ters bir şey yazacak galiba!Eee mizah bu iki ters bu düz.Örgü şişi gibi.
Tabii ki genelleme yapmak bize düşmez.Bunun bilimsel yönünü bilim adamları demek biraz abartı olur.Hadi biz buna konunun uzmanları, kompetanları diyelim.
Teeee eskiden önce aşkımızı ağaçlara yazdık.Kazıdık resmen.Öyle kazıdı ki bazıları, ağaçlar kan kaybından vefat etti.
Haaa bir de, tarihi ve turistik yerler, mağaralar,o onu seviyor bu bunu seviyor ile donandı.
İş bu iş yavaş yavaş kaybedeli istakalara oradan da bilarda pardon bilarda nereden çıktı bilardoya geldi.
Kavga aracı olan istekalar ehhh kalkan vaziyeti de aldı.Tabii sandalyeden bir anda kalkanlarca.Ekmeaaaanı daştan kazananlar lügata girdi.Çat çat sesleri yükseldi o taşlarda aynen ve bu aynen tü kaka.Çoğu hızlı vurulmadan dolayı onlarda çav bella.
Çünkü kağıttan maddesel yırtılma kırılma taş devrine geçilmişti.
Sonra tahta sandalyeden pekte deri sayılmayan, ama oldukça hoş demir aksamlı sandalyeler, örtülü masalar.
Derken onlarda yavaş yavaş ucundan kıyısından tırtıklana tırtıklana hazin sona, zaman içinde yok ölmediler.Gene kullanıma devam!
Okul sıraları hüngür hüngür ağlar gibiydi.
Nerdeyse eeeepside sanki kara tahta oldu.
Oysa kara tahta ” ben burdayım!,bana yazın uleynnnn!” Der gibiydi.
Ehhhh ona da yazdılar.
Derken burunlu otobüsten kümük otobüse geçiş!
O da nasibini alacaktı.İki saat süren kırkbeş km de parmaklar boş mu duracaktı?Can sıkıntısı ve çizilen camlarla gelişen cam sıkıntısı.
İşte orada otobüs koltuk derileri ve perdeleri de sanatsal bir çaba ile çeşitli haller yaptı onları o eller.
Kitap ve defterler garip bi şekilde önce kıvrılıp sonra yırtılırdı nedense.
Okul çantası mı? O sonra.Önce rahmetli anamın diktiği bez çanta.
Ama o çapıtlar kilim olurdu.Bak bu iyi haber işte.
Anam, bezlerden kerpiç duvara beş on gözlü bez asardı.İçine ıvır zıvır konurdu.
Evet yavaş yavaş yetmişe gelirken bu da bize yetmiş!’ e gelmeden geçmişe bi nostalji eyledik.
Şaka maka güzel günlerdi.Feodalizmin yavaş yavaş kapitalizmle aşna fişna olduğu bir dönemdi.Ne tam kapitalizm ne de terki diyar olmayan feodalizm.
Feodalizmi savunmuyorum.Ancak bu da bir gerçek ki kapitalizm toplumsal yaşamdaki birlikteliği, dayanışmayı artık bireyselliğe evirip çevirmeye başlamıştı.
Emperyalizm artık geleneklerimizi, insani ilişkilerimizi , dilimizi hasılı kelam, kültürümüzü aşındırmaya başlamıştı.
Eeeh Allah nasip ederse ara sıra bunları anımsamaya devam edeceğiz.
Hani çok güzel günlerdi denilen i günler.
Gerçekten de, genç nesil ne der bilemem ama güzel günlerdi o günler.
Alın yazımızda, yazgımızda varsa eğer biraz daha yaşarım.
Eeee ben zaten Yaşar’ ım.
……………..
…..
Bu ara anılara başka bir açıdan az buçuk devam edelim.
Yerde çöp namına belki hiç bir şey yoktu.
Çünkü herşey kese kağıdına konurdu.
Pazar akşamı rahmetli anamla satılmayan gazeteleri satın alıp kese kağıdı yapardık pazarcılara.
Bildiğin hamurla eeee gazete kağıdı da hamur.
Ne çimi? Sahalar beş karış çamur.Çamur futbolu.
File vardı file.
Bile bile sanki.
Herşey ona konulur.Pırasa karşıdan uzun boylu zerzevat sebze olarak kaykılır gibiydi.Eeee boy avantajı!
Hepsi görünürdü.Ne varsa içinde filenin.
Naylon poşet mi? Herşey şişedeydi.
Ya da tenekede.Onlarda zaman içinde Vita yağı özellikle( sanırım şimdi yok reklam olmasın?) saksı olurdu ki çürüdü mü bitkiye ilaç!
Çünkü henüz kapitalizm üretilenleri ambalaja mahkum etmemişti.
Üstelik bunları onlardan alıyor, süsleyip püsleyip gene onlara satıyordu şimdi.
Rahmetli anam sabah ” git halanı çağır derdi.
Ben rahmetli o yaşlı komşumuzu hep gerçek halam sandımdı.Ciddi.
Çünkü sabah fırından aldığım dört ekmeaaaa yiye yiye o da üçe inerdi ki,o yaşlı kadın gelmeden ve o sofrada yemeğe başlamadan kimse tahta kaşığa elini süremezdi.
Sadece biz değil konu komşu cağırırdı o halayı.O mahallenin Evet her yemekten sonra yemek duası edilirdi.Genelde o hala okurdu duayı.
Genelde tarana çorbası.Kemikten arıtılmış yağ içre çorba.
Kelle paça, mercimek.
Çal kaşık.Tahta kaşıklarından takırtılı müzik.Eeee koca tencere.Herkes kaşık atarsa çarpışma olanaklı.
Evin her yanı çiçekti.O yağ kutularından mamul saksılar.
Demek ki saksıyı çalıştırmışlardı bir yerde.
Sekiz on eşekli Çerçiler gelirdi.Eşek market!
Cevizli köyünden yedi sekiz eşeğe yüklediği odunları satan yaşlı Fadik nine.
Pazarda lireyee lireye diye bağıran pazarcı Koparan dede.
Hele pazarcı beş lira desin o aynııı aynııı derdi.
Unutulmaz ama yazılmasa da olmaz anılar bunlar.