Heybeden çıkanlar hey be! Hey be.Yine de hey hey hey be!
Babamın anlattıkları.
Rahmetli babam ve rahmetli anamın anılarını çok dinlerdim.
Bugün de oralara gideyim dedim kendimce.
Çoğu Rahmetli.
İlk yıllarda rahmetli babam dört yıllık askerliğini – hicri 1339 Rumi 1923 olduğu için – 1940-1944 arası yapar.
O yıllarda kök aile durumu var.
Yani dede- nine evinde mutfak,geri kalan evlerde, Rahmetliler babam,amcam ve kocababam( en büyük amcam) herkes evlerinde.
Koca bir adada hepsi.
Sabah oldu mu dede nine,babam ve amcalar, anne ve yengeler ve biz çocuklar için ayrı sofra.
Tahta kaşık sıkırtısı eşliğinde vur gözüne tarhananın.
İş bölümü.
Annem ve yengeler kimi suya gider.Ehh tabii o yıllarda Seydi suyundan alınıyor su.Çeşme ne arar?
Kimi ekmek yapmaya, kimi evleri temizlemeye
Babam ve amcalar kimi hayvan gütmeye, kimi tarlaya,kimi de bahçeye ( tarla ayrı bahçe ayrı!)
Gel zaman git zaman devir değişir ve durumu iyi olan muhacir ailesinde fakirleşmenin ilk belirtileri başlar.
Hatta yol vergisini ödeyemediği için rahmetli babam üç ay Hamidiye köyüne eşekle gider gelir.Tahmini yirmi km den fazla.Orada Ankara yolunda çalışır.

Derken çobanlık başlar.
Eee babaanne ölmüştür.Dede şaşkın.
Dağınıklık başlar yavaş yavaş.
Hani evi olan evine evi olmayan sıçan deliğine diye.
İşte o hesap herkesin mutfağı ayrı artık.
Rahmetli annem ve yengeler başkasına çapaya gider yevmiyeci olurlar.
Şartlar zorlaşır.Ehh kocababamda bir evlatlık üç çocuk.Amcamda altı çocuk.Bizde ben ve kardeşim.
Eeee ölenleri sayarsak yedi ama üçü benden büyük – iki abla bir abi+ ikisi benden küçük – bir kız bir erkek – çocuklar.
Yani beş kardeşimi yitirmişiz.
Çobanlık başlar.Zengin köylerinde.
Dede ilçeye gider amelelik derken bir bakarlar çok çalışkan.Onu belediyeye alırlar.Çöpçü olarak!
Bu ara dedem rahmetli Bulgaristan göçmeni tâbii.Eee o yıllarda ilçede pek muhacir yok.
Genelde manav denilen yerli insanlar daha çok tâbi.
Bi gün Nisan bir şakası yapayım dedim.Sen gel aynı Kemal Sunal filmlerindeki gibi gir sınıfa bir elinde çöp kovası bir elinde süpürge.Bana iki tokat! Aldı ya bizim Nisan bir şakası beş lirayı! Babam istiyor demiş kandırmıştım.
İyi ki bunu yaşamışım sonra hiç yalan yok tabii.
Yıllarca çobanlıkta ömür tüketen babamı bir gün kaymakam çağırır.
Telaş tabi.Ne oldu ki?
Meğer kaymakam bey dedemi severmiş.Onun çalışkanlığını.İlçeye bekçi lazım senin oğlunu alalım!
Ve olur tâbii ki bekçi.
Gündüz akşama kadar para toplar gece sabaha kadar bekçilik.O yıllarda maaş yok.Halktan toplanır para.
Rahmetli babam ilk makbuzu keser ama altta çıkmaz.Neredeyse ağlayacak! Meğer karbon kağıdını ters koymuş!
Sonra emekliliğine beş on yıl kala ilkokul diploması aldı rahmetli.
Çünkü ilkokul o zamanlar üç yıllık!
Bizim köyün ilginç bir yanı da, köyün sağ tarafı muhacir,sol tarafı manav.
Çünkü o yıllarda muhacirleri kabul etmek biraz zor iş! Hatta yıllarca birbirinden kız alıp vermemişler.
Sonra bu düzeldi tabi.
Unutmadığım olay ise, rahmetli babam bisikletle ilçeye gider beni de götürür,yolda bana çoban ya, biliyor tabii.Yemlik, kır sarımsağı, ekşimen gibi otlar yedirirdi.
Sonra da yol boyu olduğu için nehir kıyısına hep söğüt dikerdi.Onları sivriltir toprağa sokardı.Bazen oralara gittiğimde o söğüt ağaçlarına bakar babamı hatırlarım.
Ehhh bugün biraz duygusal oldu.
Tabii bunun sömürüsü yok.Önemli olanda bu.
Dedim ya.
Babamın heybesinden çıkan anılar diyelim biz buna.
Bugün espri yapamadık.
Heybe dedik anı dedik.
Heybe dedik ya.
Hey be!
Hey be!
Beynimin derinliklerinde kalan belki son anılar.
Hepsini Rahmetle anıyorum.
Bence – ki bu bir öneri – ara sıra çocuklarınıza anlatın eskileri.
Kimbilir?
Belki bit pazarına nur yağar!
Anılar değerlenir.
Manevi açıdan.
Haaa maddi açıdan da olabilir tabii.
Neden olmasın?
Bizi artık bu yaşta anılar yaşatıyor.
İdare edin bu sefer.