Modern Zamanlardaki Şehirlerimiz
Tasımızı, tarağımızı toplayıp önce kasabaya, sonra ilçeye, sonra şehre göç ettik.
Elbette bunun sosyolojik nedenleri var.
Temel sorun tarım topraklarının ailelere yetmemesi…
Kırsal kesimin temel sorunlarının başında mirasdüzeni ve arazilerin parçalanması geliyor.
Köylülerin çiftçilik ve ziraatçılığı bırakması.
Üretim maliyetlerinin yüksekliği.
Devleti desteğinin azalması.
Ne yapsın köylü..
Şehir onlar için mesleği olmasa bile, iş kapısı demek.
Aş demek.
Çocukları için okul-eğitim demek.
Sağlık hizmetlerinden yararlanması demek.
Ne yapsın.
Varını yoğunu toparlayıp büyükşehirlere göç ettik.
Şehirlerin çeperlerini sardık.
Gettolar oluşturduk.
Sürekli göçer olduk.
Yerimizde oturamaz olduk.
Sürekli iskân halindeyiz.
Toplumsal yapımız dinamik.
İlk önce, birkaç gecede, tatilleri de fırsat bilerekkondularımızı yaptık.
Kaçak, elektrik suyu kullandık.
Konduğumuz yerler Hazine arazileriydi.
Ormanlarımızdı.
Dereleri işgal ettik.
Göllerimiz kuruttuk.
Neymiş efendim bunlar göç etmişler…
Devlet hep görmezden gelmiş.
Bunlar muhtarlıklarını kurmuşlar. Hatta Belediye tüzel kişiliğini kazananlar bile var.
Gel gör ki derme, çatma mühendislik hizmetlerinin almayan oturdukları binalar güvenilir değil.
Çünkü hepsi kaçak..
Çünkü iskân ettikleri yerlerin nazım planları yok.
Projelere dayalı bir imalat söz konusu değil.
Ama her şey seçimleri kazanmak ve koltukuğruna göz yumulmuş.
Sadece bunlar bizlere oy versinler anlayışı siyasetin belirleyicisi olmuş.
Bunların temsilcileri, Belediyelerde Meclis üyesi olarak seçilmişler.
İmar komisyonlarında görev almışlar.
Bazıları Belediye Başkanı olmuş.
Bazıları da milletvekili Bakan, Başbakan olmuş.
Süreç içerisinde çarpık kentleşmeler oluşmuş.
Ne yolu yol, ne kaldırımları kaldırım..
Herkes göz yummuş.
Belediye görmezlikten gelmiş.
DSİ’ leri görmezlikten gelmiş.
Devletin kurumsal kimliği olan Afet işleri genel müdürlüğü zamanında raporlar hazırlayarak ilgili makamlara göndermiş.
Uyarılarda bulunmuş.
Toprak koruma kurullarının kararları, göz ardı edilmiş.
Bilim insanlarının ikazları göz ardı edilmiş.
Verimli tarım arazileri rant uğruna yüzbinlerce hektar imara açılmış.
Her şey oy için.
Oy demek iktidara giden yol demek.
Gerisini hallederiz abi anlayışı siyasete egemen olmuş.
Ne yapalım ilk önce imar afları ile İlk önce tapu tahsis belgesi adı altında seçmen kandırılmış.
775 sayılı gece konduyu önleme kanunu çıkartılmış ama işlevsiz bırakılmış.
Şehir kuruyoruz diye tuzaklar kurduğumuzu hepimiz anlamış olmalıyız artık. Bütün Türkiye yıkılıyor, boğuluyor, sürükleniyor.
Dereler taşıyor. Sel baskınları evleri yıkıyor. Canları, malları, alıp götürüyor.
TV ekranlarında canlı olarak izliyoruz.
Bunlara felaket diyebilir miyiz?
Diyemeyiz.
Nedenlerini biliyor muyuz? Evet biliyoruz.
Mühendislik bilgilerimiz, deneyimlerimiz var mı? Var.
Teknolojimiz var mı var.
Malzeme zenginliğimiz var mı? Var.
Ne öğrendik.
Doğayla savaşamazsın.
Varlık âlemlerinin sahibi olan Allah’ımız bizlere akıl vermiş.
Fikir vermiş.
Muhakeme yeteneği vermiş.
Birde doğayı kodlamış..
Deniz kıyılarına konut yapamazsın.
Ovalara konut yapamazsın.
Derelere ve yakınlarına konut yapamazsın.
Ormanları işgal edemezsin.
Rant için toprağı kurban edemezsin.
Toprak demek, insanın ve diğer canlıların yaşam kaynağı demektir.
Bu yerleri imara açamazsın.
Zemini sağlam yerlere şehirleşmeye açacaksın.
Şehirleşme politikalarını doğru planlayacaksın.
İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Muğla, Bodrum, Kuşadası, Marmaris- başta olmak üzere, kıyıları işgal edip yüksek yapılar yapmayacaksın.
Zeytinliklerinizi yakmayacaksınız.
Ranta açmayacaksın.
Bilimsel olarak, Yağmur yağdığı zaman su baskınlarına uğrayabilecek olan alanlar‘ bellidir.
Dereler ve akarsular bellidir.
Göllerimiz ve denizlerimiz bellidir.
Erozyon olan bölgeler bellidir.
Heyelan bölgelerinin yerleri bellidir.
Vadilerimiz, ovalarımız, dağlarımız bellidir.
Ne olabileceği ihtimalleri de bellidir.
MTA
Çok önemli bir kuruluşumuzdur. Önemli çalışmalar yapmaktadır ve çalışmalarını güncelleştirmektedir. Bu yaptığı çalışmaları internet sayfasında yayımlamaktadır.
1/ 25.000 Ölçekli Sayısal Diri Fay Haritaları Listesine baktığımızda Türkiye’nin diri fay hatlarını pafta adı ile birlikte yayımlanmaktadır.
Bu bilimsel çalışmalar, şehirler planlanırken dikkate alınsaydı deprem etkisi sonucunda şehirlerimiz bu hale gelir miydi?
Gelmezdi.
Uyarılara uymayan kimler?
Belediyeler de, tabii, birinci dereceden kusurlu ve suçlu. Sonra şehircilik ve çevre bakanlığı.
Tarım ve orman bakanlığı..
Bir yağmur yağdığında ve sel baskını olduğunda suçu hemen DSİ’ye atarlar.. Derelerin ıslahını, yapmadılar sulama kanalarının bakımını DSİ yapmadı derler.
Belediyeler ister istemez bu sorumluluktan kendilerini sıyırmaya çalışırlar.
Hiç kimse şu soruyu sormaz. Belediyelerin yağmur suyu şebekelerini yapmışlar mıdır?
Valilik, Şehir sakinlerinin güvenliğinden sorumludurlar. Belediyeler, yaptıkları ve onayladıkları imar planlarında, verdikleri yapıruhsatlarında, her tür işte bu sorumlulukla davranmak zorundadırlar.
Davranmadıkları belli.
Suçlular.
Ormanlar, akarsular, denizler, kentler in yönetimleri yeni bir doğru sinerjik bir yönetim modeline ihtiyaç vardır.
YEREL VE YERİNDEN YÖNETİM ANLAYIŞINDA SİSTEM BOZUKLUKLARI VAR.
Dağılmış, sorumluluklarının algoritmasısorumsuzluk üzerine kurgulanmış, suçu ve kusuru başkalarının üzerine at yönetim modeli ile milyonları geçen şehirler, bu hukuk yapısı ve bu zihniyet ile yönetilemez. Bu kadar çok başlılık anlayışı ile hızlı hareket edemezsiniz ve müdahale yapamazsınız.
Sorunların temelinde bilgiye, bilime değil, politikbeklentilere göre yapılan sözde, yerleşim politik eylemlerin yanlış çıkan sonuçlarıdır.
Depremde, yangınlarda, sel baskınlarında, aşırı yağmur yağışlarında nelerin yapacağımızın önceden bilinmesi gereken ve buna uygun hazırlanacak olan acil eylem afet planların yapılması ve uygun personelin eğitilmesinden geçer.
Toplama kadrolarla bu işler yürütülemez.
Genel de yerel iktidarlar, rant bölgelerindeki yapılaşma anlayışı para sızdırma üzerine kurgulanmış bu anlayışla yönetiliyor. Şimdi ne olacak, durumu nasıl düzelteceğiz?
Geri dönüş o kadar zor ki. Eskiden hiçbir yollar dere kenarından gitmezdi, hep yukardan giderdi. Evler de dere kenarına kurulmazdı, hep yukarılara yapılırdı. En somut örneği atalarımız iskân ettiği Odunpazarı yerleşkesi.
Modern dünyanın eğitimli insanları bunu bile düşünememişler anlaşılan.
Herkesin nedense çokbilmişlik, bir ahkâm kesme alışkanlıkları var.
Sorumlular belli..
Türkiye’nin yönetilemez sorunu vardır. Akılla ve bilimsel görüşler doğrultusunda işler yapılmamaktadır.
Bilim insanların sık sık vurguladığı gibi, küresel ısınmanın yarattığı aşırı ve dengesiz yağışlarabütün suçu yüklemek, suçluların sırtından sorumluluğu sıyırmak anlamına gelir.
Üstelik bu dengesizlikler bugünlerde ortaya çıkan bir sonuç değildir. Yıllardır biliniyordu, tedbir alınmalıydı. Alınabildi mi. Hayır.
Herkes kulağının üzerine yattı. Yanlış uygulamalar aşırı yağışların etkisini geometrikolarak katlıyor. Bu yanlışları yapanların yakasına yapışmalıyız.
Yapışabildik mi?
Birkaç müteahhittin yakasına yapışılır, bütün günahlar onların sırtına yüklenilir. 17 Ağustos depreminden biliyoruz. Gerçeklerin hep üstü örtülmüştür.
Mahkemelerde, 20 yıl süren bitmeyen davalar.
Ölenler öldükleri ile kaldı.
Sadece anma törenleri düzenliyoruz.
Nerede buraların planlarını yapan plancılar.
Nerede jeologlar?
Nerede zemin etüdçüler?
Nerede belediyelerin ruhsat servisi?
Nerede denetçiler?
Nerede kontroller?
Nerede Teknik uygulama sorumluları.
Nerede şehircilik ve çevre bakanları?
Nerede sorumlular?
Kimseye dokunamazsınız!
Aslında hiç kimse temelinden bu konuları dillendirmiyor. Bu konulara ciddi olarak kafa yoran liyakat sahibi insanlar da düzenin politik karara vericileri tarafından saf dışı bırakılıyor.
Doğal bir felaketle karşı karşıya değiliz, siyasi iktidarın, yerel yönetimlerin, kurumların, insanların ürettiği bir felaket karşısındayız.
Nokta.