İnsanoğlu böyledir. Önce iştahı açılır, tavuk gibi yolar diter. Sonra bir bakar ki o sanal. Tutar, heykelini diker!
**********
Kısaca internetiçe olarak durum bu!
Onlar gelmeden önce bizim sohbetlerimiz, muhabbetlerimiz, yüz yüze birebir görüşmelerimiz, tam olmasa da aynılıklar; ayrılıklar olsa da insani ilişkilerimiz vardı.
MİSYONEDERLER bizleri, adına telefon denilen oysa bilgisayar olan aslında bu makinalara yönlendirdiler. Üstelik parayla… Sonra bize zamanı sattılar. Bizim zamanımızı… O da parayla.
Oysa sattıkları bizim sohbetler ve muhabbetlerdi. Onları bir güzel konserve olarak sundular bize.
Düşünsene. Bizim ç sohbetlerimizi bize parayla sattılar. Yüz yüze görüşmelerimiz var gene. Ama sanal… Üstelik parayla. Gerçek yaşam ‘tu kaka!’
Tek bitmeyecek olan malzeme zamandı. Sat gitsin. Arz talep. Hebelep hübelep!
Biz kafamızı kaldırdığımızda…
İyi de kafamızı kaldıramıyoruz.!
Telefondan.
Şu an halâ yazıyoruz. Şu an halâ okuyoruz.
Bu ara hesap pusulası çamaşır makinası takılmış sayaç gibi çalışmakta.
Saklamadan zamanı, gelmiş zamanı; geçmiş zamanı hatta gelecek zamanı satıyorlar…
Ah bir kafamızı kaldırsak da gerçek yaşama baksak… Olsa da ağır aksak.
Sanırım onun bile projesini hazırlamışlardır.
Ah kafamızı bir kaldırsak!
Ah şu tuşlara bir dokunmasak!
Bizimkisi hem kızarım hem yazarım hesabı işte.
Hesabı kendi ödeyecek sonunda.
****************
Sen beş para etmezsin, dediler. Hiç alınmadı! Demek ki çok para ediyorum, dedi. Beş para tedavülde yok, diye ekledi!
************
Sen, derdin ne? Bütün derdim, bütün derdim. Ne yarım ne çeyrek… Şimdi paramparça!
Samimi olarak söylüyorum:
Samimi değiliz!
Haklısın.
Bazen gınaa getirir bu illetişim… İllet olur başına.