Seçim Okumaları
Son 16 yıl içinde yaptığımız 13. seçimi de tamamladık hayırlısıyla. Yazının hemen başında şunu itiraf etmem gerekir ki, Ak Parti’nin belki de iş başına geldiği günden bu yana en yanlış taktik ve stratejiyi uyguladığı seçim oldu bu. Zira, ekonomik sorunların tavan yaptığı, herkesin geçim sıkıntısına düştüğü bir ortamda zaten bunalan halk gergin, saldırgan, itham edici ve yaralayıcı söylemlere daha fazla tahammül göstermedi.
Seçim stratejisinin omurgasını teşkil eden “beka” söylemini de pek inandırıcı bulmadı açıkçası. Hal böyle olunca İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyükşehirleri kaybettiği gibi, belki de almaya en çok yaklaştığı dönemde Eskişehir Büyükşehir ve Odunpazarı’nı da elinden kaçırdı.
Bu noktada seçmen psikolojisini doğru okuyamamaktan kaynaklandığını düşündüğüm yanlışlıklarla dolu bu genel stratejinin, yerel adaylar için de büyük bir handikap doğurduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Eskişehir özelinde konuşacak olursak, hem sayın Büyükerşen için ortaya sürülen handikaplar, hem CHP’nin en yumuşak karnı olarak görülen Odunpazarı’ndaki yenilenme arayışı Ak Parti için çok önemli avantajlar sağlarken, gerek genel merkez gerekse yereldeki strateji yanlışlıkları kendilerine alabilme ihtimali olan seçimi kaybettirmiştir.
Büyükşehir’den başlayalım. Burhan Sakallı naif ve centilmen kişiliği, başarısı, uzlaşmacı yapısı ve şehirdeki herkese dokunan, hakkında kimsenin olumsuz konuşmadığı bir siyasal kimlik olarak belki de Ak Parti’nin bu dönemde bulabileceği en iyi büyükşehir adayı idi. Burhan Sakallı ismi gündeme geldiğinde hesabı bozulanlar hariç, kimse yadırgamadı.
Seçimlerde başarı sağlayabileceğini düşünen de çok büyük bir kitle vardı. Ama hiç kimse Sakallı’nın asıl darbeyi kendi teşkilatından yiyeceğini de hesap etmedi. Her seçimde kırık kolu yen içinde bırakıp sahada cansiperane mücadele vermesine alışık olduğumuz ve her zaman büyük bir disiplin ve programla sahada çalıştığına şahitlik ettiğimiz Ak Parti teşkilatı her ne hikmetse bu seçimde darmadağın bir halde idi. Kim ne derse desin tavırlar tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde son derece bariz ve netti. Görüntü öyleydi ki sanki ortada kazanılması gereken bir seçim değil de teşkilat içi güç savaşları vardı.
Ak Parti’nin merkezdeki üç adayı gibi değil, üç bağımsız adayın yarışı gibiydi durum. Kimin adayı seçimi kazanacak ya da kim kime seçim kaybettirecek hesabı…
Hem genel merkezin, hem de yerel teşkilatın yarattığı handikap ortamında iş Burhan Sakallı’nın çok uzun bir süre derin bir yalnızlık içinde, sadece kendi çabasına bırakıldı adeta. Her şeye rağmen Burhan Sakallı en ufak bir serzenişte bulunmadan, yaklaşık 4 ay boyunca neredeyse kapı kapı dolaştı, sıkmadık el bırakmadı lakin alınan sonuçta etken olan, sadece bu handikaplar değildi elbette. Kendi kadrosunun taktik ve stratejik hataları ya da eksiklikleri de belirleyici oldu. Kendisini bir vizyon adamı olarak tüm Türkiye’ye kabul ettiren bir rakibe karşılık, bir Burhan Sakallı vizyonu ve algısı yaratılamadı mesela. Seçim harekatının can damarı ve ilk ateşleyicisi olan lansman toplantısı son derece zayıf kaldı. Danışmanları tarafından önüne konan metin, aslında doğru bir şeyin yanlış ifadesi olarak, topluma mesaj vermekten ziyade, sonraki günlerde hafızalardan kolay silinemeyecek spekülasyonlara neden oldu.
Evet sayın Büyükerşen’in de hiçbir seçimde ortaya bir proje koyduğunu görmedik ama, onun seçmen ve Türkiye hafızasında yer etmiş son derece pozitif bir algısı vardır. Her seçimin de aslında tamamen bir algı yönetimi olduğunu düşünürsek, buradaki eksiklik kendiliğinden ortaya çıkar zaten. Yani demem o ki, seçmene bir vizyon pazarlamak gerekirken, Burhan Sakallı’nın bireysel karakter özellikleri ön plana çıkarılarak yürütülmeye çalışılan bir kampanya stratejisi benimsendi ve bu da son derece eksik kaldı. Diğer yandan çok uzun bir süre en güçlü mecralardan biri olan sosyal medya yeterince etkin kullanılamadı. Yerel medyadan gerektiği gibi yararlanılamadı. Ulusal medya çok geç devreye sokuldu. Doğal olarak bu eksiklikler rakibi Büyükerşen’e rahat ve geniş bir hareket alanı bıraktı. Kendisinin kimyasını bozacak hamleler gelmeyince, merkezde bir sorunu kalmayan Büyükerşen’in son derece yerinde ve zamanında yaptığı kırsal hamleler geçen seçimlerde pek de itibar görmediği kesimlerden de avantaj getirdi. Bütün bu olumsuzluklar bir araya gelince, Burhan Sakallı için seçim mağlubiyeti kaçınılmaz oldu.
Gelelim Volkan Doğan’a…
Seçimlerden aylar önce yazdığım bir yazıda “yerinde ben olsam bu dönem aday olmam” demiştim.
Tarih 22 Ekim 2018 ve dediğim aynen şu: “Özellikle Ak Partili çevrelerde Volkan Doğan’ın belediye başkanlığını isteyenler çok. Evet, gerçekten de siyasi performansı ve vizyonu ile kentli siyasiler arasında ön plana çıkanlardan biri Volkan Doğan. Kendisini gayet çalışkan ve başarılı buluyorum. Ancak bu dönemde bir heyecana kapılıp aday olması kendi siyasi geleceği açısından çok doğru bir hamle olmaz diye düşünüyorum. Bir dönem daha edineceği tecrübe ile kent siyasetinde geleceği olduğuna inandığım Volkan Doğan’ın yerine ben olsam böyle bir dönemde aday adayı olarak bile kendi siyasi geleceğimi tehlikeye atmam.”
Kendisinin pek de hoşuna gitmeyen bu yazıda, aslında siyasette geleceği olabilecek genç bir kardeşimiz için dostane bir uyarıda bulunmuştum. Her ne kadar seçimi 6 bin gibi küçük bir farkla kaybetmiş olsa da sonuçta yenilgi yenilgidir. Evet bazen kaybetmek de bir kazanımdır. Ancak ne kazandığına, ne kaybettiğine bakmak lazım. Bana kalırsa Volkan Doğan, adına tecrübesizlik mi diyelim, aşırı heyecan mı diyelim ne dersek diyelim bir siyasi kimlik olarak ciddi erozyona uğramıştır.
Ak Parti açısından kazanılması en muhtemel yer olarak görülen Odunpazarı’nda seçimi kaybetmek bir yana, Volkan Doğan’ın bundan sonraki süreçte üzerine yapışan bu hataların telafisi için ciddi bir mesai harcaması gerekecek doğrusu. Nedir onlar? Aklımıza gelenleri sayalım.
Önce bir hakkı teslim edelim. Kampanya için gerekli ne varsa yapmıştır Volkan Doğan. Başarılı mıdır, evet birçoğunda da başarılıdır. Ancak bazen yapmamak kadar, dozunu kaçırmak da negatif etki yaratır. Volkan Doğan pek çok şeyin dozunu kaçırmıştır. Bence en önemlisinden başlayalım. Her şeyden önce Volkan Doğan önünde bir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğunu unutmuştur, ya da umursamamıştır. Tek başına yaptığı bakan ziyaretlerinden tutun, kent halkına verdiği vaatlere kadar, reklam ve medya çalışmalarından tutun etkinliklere kadar hep Burhan Sakallı’nın önünde olma, onu gölgede bırakma hırsı sezilmiştir. Gerçek bu olmasa da oluşan algı bu yöndedir. Bu noktada pek çok kişi kafasında “bu cüret nereden geliyor, bunun arkasında kim var” sorusunu sormaya başlamıştır. Kampanya için harcadığı paraları da bu meraka ekleyince belli kesimlerin kafasında ciddi bir endişe hasıl olmuştur. Oysa daha mütevazi, daha kucaklayıcı olsa, Burhan Sakallı’nın önüne geçmek yerine yanında durarak onun sempati ve tevazuundan istifade etse, tecrübeye ve hiyerarşiye saygılı bir tavır sergilese çok daha pozitif bir geri dönüş alması mümkün olabilirdi. Ancak tam aksine teşkilat ve en az iki milletvekili ile bakanlar benim arkamda tavrı, kendisine hem seçimler hem de seçim sonrası siyasal yaşamı açısından çok şeyler kaybettirmiştir.
Öte yandan genel konjonktürü ve yerel seçmen profilini doğru okuyamamış, seçimleri sadece kendisine sempati besleyen Ak Parti sempatizanları ile alabileceği yanılgısına düşmüştür. Ortaya koyduğu partizan tutum ve söylemleri ile hırçın ve baskın kişiliği, kendi tabanı dışındaki seçmen kitlesi üzerinde son derece negatif bir algı oluşturmuştur.
Hasan Tuç ise bu seçimin herhalde en yalnız silahşörlerinden biri olarak mücadelesini sürdürmüştür. Adaylığının son dakikaya kalması, ilan edilmiş başka bir partilinin yerine aday olması bir çok açıdan tabii ki büyük handikaptır. Tabii ki her şeye rağmen baştan beri en zorlu geçeceği belli olan Tepebaşı seçimlerinde ortaya koyduğu performans hafife alınamaz. Ancak rakibi olan Ahmet Ataç’ın artılarını hesaba katmadan uyguladığı seçim stratejisinin de eksik kaldığını söylemem gerekir. Zira rakibinizi çok iyi analiz etmeden, eksi ve artı yanlarını derinlemesine irdelemeden, buna uygun strateji ve taktikler geliştirmeden çıkacağınız her yarışta kaybetmek kader haline gelir ki, Hasan Tuç’da da durum böyledir. Seçmen zihninde mevcudu ikame edecek, ondan daha güçlü bir vizyon ve profil oluşturamamıştır. Bu durumda ittifak tabanının oylarını konsolide etmekten öteye geçememiş, üzerine koyamamıştır.
Bir seçimi böyle tek yazıda değerlendirme şansımız takdir edersiniz ki pek mümkün değil. Yarışın baş aktörleri olan Ak Parti adayları bazında yaptığımız bu değerlendirmeyi burada bitirmiş olalım. Partiler ve genel siyasal konjonktür üzerinde de değerlendirmelerimiz olacak elbette. Onu da bir dahaki sefere bırakalım.