Sazlı Sözlü Anneler Günü
Elimde Anneler Günü için tasarlanmış ayran ile çiçekçi dükkânının önünde buluyorum kendimi. Kokularından önce renkleriyle beni camekâna bağlayan çiçekler… Hayalimdeki çocuk da beşiğinden tutunarak bakıyor çiçeklere pencereden. Yetiştirme yurdunun bahçesi rengârenk koku cümbüşü…
“Kucağın nerde anne
Şefkatin nerde
Bu yaldızlar
Bu yapma kuşlar
Bu yalancı memeler
Bu naylon bebekler
Düşümde bir dağ görüyorum
Üstünde çiçekler”
diyerek Aykut Kuşkaya ezgisiyle başka bir vitrin yazısına geçiyorum:
“Anneye, Kayınvalideye, Bir de Kendine: Battaniyelerde 3 al 2 öde”
Dağ köylerinden yatılı okula lapa lapa giden çocuklar geçiyor gözümün önünden. Keçeleşmiş battaniyelerin ısıtamadığı çocuklar… Koca kış çorap ören annelerin ve ayakları üşüyen evlatların soğuk cehennemi işte…
İlerliyorum, ayaklarım yemek kokularına doğru gidiyor. Karnımın acıktığını fark ediyorum lokantadan geçerken. “Annenize Yemek Sizden, Tatlı Bizden” yazısı duruyor karşımda. “Aney” diyorum Mehmet Atilla Maraş gibi:
“Sen şimdi leğenin başına oturmuş, hamur yoğuruyorsun
Yarın ekmek yapacaksın, akşama kadar
Gözlerin tezek dumanından yaşaracak
Alnında ter bulgur bulgur kabaracak
Sıcak bazlamalar yapacaksın.
Ben orda yokum ağlayacaksın
Ağlama aney ağlama, gündür bu, nasıl olsa geçer”
Işıklı tabelalar “Annesine Kavuşamayan Kalmasın, Anneler Günü’nde Uçak Biletleri %30 indirimli!” yazısını yaşlı gözlerimin içine sokuyor adeta.
Tahsilini tamamlayan bir oğul biliyorum, aslanparçası, ciğerparesi; çalışmaya gitmiş gurbete, gurbetin en ayazına… Her akşam yemeğinde gönül sızısı, gözünde yaşı annenin…
Nazım’ın dizeleriyle annesine sürpriz yapıyor delikanlı bir Anneler Günü’nde:
“Anne benim, aç kapıyı
Oğulcuğun, küçük tavşanın, körolmayasıcağın
Ölmeyesin, bitmeyesin
Yürekyarısı gitmeyesin dediğin
Anne benim, aç kapıyı
İşte geldim, işte bu sana ilk gelişim”
Büfeden geçerken gazetedeki haberi okuyorum içimden: “Adalet Bakanlığı, Anneler Günü nedeniyle, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü annelere beş gün açık görüş izni verdi.”
Ya evlat içerdeyse bir de yurt dışındaysa… İki yanında iki polisle nezarete alındıysa… Sırt çantasında bomba olduğu düşünülüyorsa Alman ve Fransız polisler tarafından… 22 yaşında bu genç kızın kelimeler ve hayallerden başka bir yükü yoksa… Parmaklıklar ardında annesiz en uzun geceyi yaşadıysa…
Bir şangırtıyla hayal köşküm tuz buz oluyor.
“camlar düştü yerlere
elim elim kan içinde
yanıma gel yanıma anne
iki yanımda iki polis
ellerim kelepçede
beni bul beni bul anne.”
“Bir İnsanı Kurtarın, Bir Anneyi Sevindirin!” diyen anonsu duyuyorum kan bağışı tırından. Hastane odalarında, damar yolu açık anneler ve evlatlar perde açıyor şimdi de muhayyileme. Evladı “Su!” dedikçe bir doktora bir hemşireyekoşturan anneler, kalbi teyelli annenin her öksürüğünde yüreği ağzına gelen evlatlar…
Hastane, anne ve şiir… Öyleyse Necip Fazıl söylesin:
“Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!”
Dalgın dalgın yürürken elime bir broşür tutuşturuyor çocuk.
“Annenizle Dil Öğrenmek İster Misiniz? Anneler Günü İndirim Kuponu İle Bekleriz.”
“benim annem yüz lisan bilir
yüzü de güzel
her bedende bir insan bilir
sözü de güzel” diye mırıldanıyorum yüzümde gülücüklerle…
Huzur Evi durağına geliyorum hızla. Elleri yüzlerinde, gözleri yolda anaların cam nöbeti Anneler Günü’nde Özdemir İnce mısralarıyla:
“Oğul bir türlü gelmiyor.
Gece kapılarını örtüyor,
Süt damarları zonkluyor yaşlı annenin…”
Huzur Evi’nden aşağıya doğru iniyorum. Servi gölgeleriyle mezarlık karşımda, nefti bir hüzün yanımda yöremde…
Taze bir mezar, Bahtiyar Vahapzade’nin dizeleriyle yüreğime işliyor:
“uykun şirin olsun” diyerdin bana
“uykun şirin olsun” deyim mi sana
gerek ben başına dönüm dolanım,
beni hayat için hep uyutanım,
söyle ölümçün
nasıl uyutayım seni ben bugün?