İbretlik Bir Pazar Hikayesi
Üstü başı perişan bir adamdı. Mangalcılar gittikten sonra, kalan sebze , meyve ve bıraktıkları öte beriyi temizler, yiyecek gibi olanları yok yemezdi.Hemen yer anladınız değil mi? Sorun değil.Ben de öyle anlamıştım.Çöp bırakmazdı oralarda. Yiyecekleri kurda kuşa dağıtırdı.Kimse onu bilmezdi.Ne adı ,ne nereden geldiği?b u yaklaşık yirmi yıl sürdü.
O yirmi yıl içinde o piknik alanı, envai çeşit meyve ve sebze ile dolmuştu.Erik, elma, şeftali, armut,badem hatta hiç çıkmaz buralarda denilen Antep fıstığı. Oraya gelenler önce kızdıkları sonra çok sevdikleri o adamı artık görmez olmuşlardı.Herkes merak içindeydi. Nerdeydi? Onu ararken bir tabela gördüler.
Tabela da şunlar yazıyordu.” Bu meyve ağaçları ve o yıllarca tükettiğiniz,ama bedava sandığınız sebzeler aslında sizin eseriniz.
Sadece biri bunları toprağa ekti.
Hiç kimseye borcunuz yok.Aksine alacağınız var.Ve alıyorsunuz da o meyveleri sebzeleri.Afiyet olsun”
Çok aradılar çok.Ama bulamadılar.
Yıllar sonra bir iskelet buldular.
Kimdi?
Bilinemedi.
Yalnız iskelet bir kaya üstündeydi.
İskeletin yanında bir sürü tohum buldular.Meyve tohumu.
Çevresinde ise, çam, köknar ağaçları vardı.
Söğüt ağacı!
İyi de bu söğüt ağacı nasıl yani?
Şu yoktu orada.
Ancak beş km ötede bir sellik denilen su akıntısı vardı.
Demek ki o yıllarca su taşıdı bu söğüt dalına.
Yanında da o söğüt ağacının, bi tane bildiğiniz testi.
Bu bir sınavsa eğer bu o testi geçmişti.
Kesinlikle o adamdı.
Kim mi?
Kimbilir?……………………Yıllardır hiç kimse görmüyordu onu.Evine kapanmıştı.Hakkında bir sürü yorum yapıyorlardı.Hatta çoğu, bence bunu iyi bir benzetmeli.Gıcık kaptım valla diyor diğerleri de ona ” bi gün benzetiriz hıyarı “diyorlardı.
Kaç yıldır kimseyle ne konuşuyor ne de tanışıyordu onlara göre.İyi veya kötü.Herkes herkese ” Kapısını da çalan kimse yok mu?” Diyordu.Kimse de kapısını çalmıyordu.”Koskoca kentte son model Robenson Crusoe” deyince biri ” Tom Cruise ‘ le bi akrabalığı var mı abi” diye sordu diğeri.
“Eee bana göre filimsel olarak akraba olmalıydı “dedi akbaba!
Öldüğünü başkasından öğrendiler.
Meraklılar evinde şaşkınlık içindeydi.
Neredeyse o bire bir hiç biriyle tanışmış olmasa da, tüm mahalledeki o gıcık olanların, hepsinin büyük boy poster büyüklüğünde resimleri vardı.Onların hepsinin portrelerini çizmişti.Bazıları” bu işi sahilde yapsaydı parayı kapardı”derken bazıları da” pek benzemiyor bana ” dediler.Kimisi de” sanatçıymış gariban ” bile dediler.En sonda bir koca yazı vardı.Üstünde kendi el yazısıyla vasiyeti.”Sizi bi güzel benzetmişim değil mi?”yazıyordu.
Hepsi de yazıyı okuyup, hakkaten de iyi benzetmiş dediler.
Sonradan öğrendiler.Cenazesi bir hafta boyunca hastane morgunda bekletilmiş, sonra hastane görevlileri ve imamın olduğu üç beş kişi tarafından defnedilmişti.
Bundan üç beş yıl sonra o benzetilenlerin çay ocağına biri geldi.
Onlara dedi ki” helal olsun sizin mahalleye be! Kaç yıldır kardeşime böbrek arıyordum.Şu beş yıl önce ölen o arkadaş tüm organlarını bağışlamış.Hatta o kadar ki, elbette traji komik kalan kısmı o kadar azmış ki,ancak o kalan organları defnedebilmişler!
Biri ona göre gayet nebiliiiimsel olarak ” organik yaşıyordu zaten” dedi öylesine.
Bunu duyduklarında kimi elini kalbine kimi ciğerine kimi gözüne kulağına götürdü.
Adam sanki yedek parça dükkanıydı organsal olarak.
Sağlığında resim olarak portrelerini çizdiği o insanların çoğuna organlarını bağışlamıştı.
Kalp, ciğer, dalak vs vs vs.
Hatta.
Haaa o ara biri lavaboya gitti.
Ancak yarım saat sonra gelmişti.
Prostat mı oldun babında lafladılar.
Şükür değildi.
Ama bu lavabo olayından sonra halâ önüne bakıyor ve kimse ona bir anlam veremiyor.
Çok düşünceli çok!………………………….”Ne garip.Ölmeden önce,insanları çok ama çok sevdik.Ama nedense insanlar bizi pek sevmedi, yüzümüze bile bakmadılar “dedi posterdeki yüz.
.
Diğeri” O nedenle bizde yönümüzü insanlara çevirdik.Bak şimdi nasıl da bakıyorlar bize”Belki de ölünce değerli oluyordu insan.Belki de ,belki de.Bir sürü belki de.
Kısaca hepsi postu sermişlerdi posterlere.
İçlerinden ” en azından yaşlanmıyoruz .Ama onlar yaşlanıyor” dediler.
Hepsinin gözünden birer yaş damladı,posterdekilerin .
Hayret! O an yağmur başladı nedense birden bire.
Yağmur damlaları onların gözaltılarına damladılar.
Gerçekten ağlıyor gibiydiler şimdi.
Posterdekilerin hepsi gözlerini yukarı çevirdiler.
O sıra küçük bir çocuk babasına posterleri göstererek” baba bak,dosterlerdekiler ne kadar sevimli” dedi.
Babası ” yok oğlum,onlar doster değil poster” dese de çocuk bağırıyordu.” Hayır, poster değil, doster, doster!”
Eeee modernizmdi bu ,bu çağa göre.
Dostmodern bi bakış açısı.