Site Rengi

DOLAR 34,5424
EURO 36,0063
ALTIN 3.006,41
BIST 9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Eskişehir 1°C
Çok Bulutlu
Eskişehir
1°C
Çok Bulutlu
Paz 2°C
Pts 3°C
Sal 4°C
Çar 7°C

Mumcu’dan Majestelerine

05.09.2019
A+
A-

Erkan Mumcu 12 yıl aktif siyasetle uğraşmış, hem Anavatan Partisi’nde hem de Ak Parti’de önemli görevlerde bulunmuş eski bir siyasetçi… 1995 yılında henüz 32 yaşında iken Anavatan Partisi’nden milletvekili seçilerek parlamentoya giren Mumcu, sonraki yıllarda aynı partide genel sekreterlik, genel başkan yardımcılığı, genel başkan baş danışmanlığı ve bakanlık gibi görevlerde bulunmuş ve siyasette genç yaşına rağmen basamakları hızla tırmanmıştır.

2002 yılında bu kez AK Parti’den Isparta Milletvekili olarak parlamentoya giren Mumcu, 58. hükümette Milli Eğitim Bakanı, 59. Hükümette de Kültür-Turizm Bakanı olarak görev yapmış, 2005 yılında kendi deyimiyle bir ilke kararı gereği bakanlık görevinden ve partisinden istifa ederek siyasete atıldığı ilk parti olan Anavatan Partisi’ne genel başkan olarak geri dönmüştür.
Erkan Mumcu politikaya atıldığı ilk yıllardan aktif siyaseti bıraktığı 2008 yılına kadar siyasetin altın çocuklarından biri olarak görülmüş; genç yaşına rağmen birikimi, vizyonu ve siyaset aklı ile öne çıkan yeni nesil siyasetçilerden biri olmuştur.
Bu objektif değerlendirmeyi yaptıktan sonra, kendisi hakkındaki kişisel görüşlerimi bir yana bırakarak, sadece gerçekçi politik değerlendirmeler ışığında yine objektif bir yaklaşımla devam edeceğim yazıma… Baştan ifade etmeliyim ki yazı biraz uzun olacak. Ancak ülkenin gündemini doğru değerlendirebilmek adına sabırla okumanızı tavsiye ederim.

Malum son günlerde Erkan Mumcu’nun Oda TV’ye yaptığı açıklamalar gündeme bomba gibi düştü. 11 yıl suskun bir siyasetçi olarak, Ankara Çukurambar’daki oteline kapanan Mumcu’nun, bugün bu açıklamaları yapması farklı zihinlerde farklı çağrışımlar yapıyor olsa da, dikkatle üzerinde durulması gerektiğine inandığım bir durum aslında.
Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul seçimleriyle derin bir hüsrana uğradığı ve onarılması güç bir yara aldığı herkesin malumu… Beklendiği gibi bu zafiyetten ganimet üretme çabasında olanlar bir bir ortaya çıktı ve sanki geçmişte kendileri bu partide değilmiş, ya da bu ülkede yaşamıyorlarmış gibi üst perdeden konuşmaya başladılar. Evet söyledikleri her şey doğruydu belki ama, Türkiye’ye yıllar kaybettiren ve ağır bedeller ödeten yanlışların, bu suçun ortakları tarafından ve bugün böyle delikanlıca! seslendiriliyor olması anlam ve değer itibariyle çok da bir şey ifade etmiyor doğal olarak. Bir taraftan Ak Parti içinde oluşan hezeyanlar, diğer yandan AK Parti’den parça koparmaya yönelik partileşme süreçleri ortadayken, 11 yıldır sesi soluğu çıkmayan Erkan Mumcu için de kocaman bir “neden” sorusu sorulabilir. Ancak ben bu soruyu rezervde bırakarak tamamen içeriğe odaklanmak istiyorum. Zira içeriği tarafsız bir gözle okuduğumda, onun söylediklerini diğerlerinden ayrı değerlendirmek gerektiğini görüyorum.

Baştan ifade edeyim; Erkan Mumcu’nun sözleri, aralarına iddialı eleştiriler serpiştirilmiş olsa da, ilk bakışta Recep Tayyip Erdoğan destekçisi bir algı yaratabilir. Çünkü öyle sözleri, öyle açık ve cüretkar ifadeleri var ki, meseleye önyargı ile bakan herkes “bu adam resmen Tayyip Erdoğan karşıtlarını püskürtmek için konuşturulmuş” algısına kapılabilir.
Şunu açıklıkla ifade etmeliyim ki, Tayyip Erdoğan’ı en açık şekilde eleştirenlerden biri olmama rağmen, Erkan Mumcu’nun dile getirdiği pek çok konuda görüşlerimiz bire bir örtüşüyor. Çünkü her ikimiz de meseleye sadece Tayyip Erdoğan üzerinden değil, Türkiye’nin yakın ve uzak geleceği açısından bakıyoruz.

Şimdi başlıklar halinde bakalım Erkan Mumcu’nun sözlerin:
“Türkiye’de ilk paralel devlet yapılanmasının başlatıldığını söylediğimde tarih 2004’tü. DGM’lerin kapatılıp özel yetkili mahkemelerin kurulması ve kolluk kuvvetlerinin de bu mahkemelerin gereksinimleri doğrultusunda yapılandırılmasına ilişkin bir kanun teklifi geldi. Bakanlar Kurulu’nda müzakere edildi. Bunun devlet içinde devlet kurmak anlamına geldiğini ve bugün muzdarip olduğumuz pek çok sorunun yaşanacağını o günden söyleyerek bu kanuna direndim ve o tasarı geri çekildi.”

Erkan Mumcu o dönemin bakanlar kurulu üyelerini de bu söylediğine şahit olarak gösteriyor. Doğal olarak biz o toplantıda değildik ve ne olduğunu bilmiyoruz. İfadeden çıkarımımız odur ki, FETÖ hiç zaman kaybetmemiş, daha Ak Parti iktidarının ilk yıllarında uzun vadeli planlarının ilk ayağını işletme gayretine girmiş. Erkan Mumcu’nun bu kadar keskin bir öngörüye sahip olmasına şapka çıkarırım. Ancak hükümetin tasarıyı geri çekmiş olması da “hele baştan fincancı katırlarını ürkütmeyelim” hesabıyla mı bilmem, oldukça ilginç geldi bana.
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yerlerden birine…

“2005 yılında Anavatan Partisi Genel Başkanı iken, 367 kumpasının Türkiye’yi nereye götüreceğini söylemiş, dinletememiştim. Randevu istedim vermediler, mektup yazdım dönmediler. Bu kumpas sanıldığı gibi laik çevrelerin dindar bir cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için icat ettikleri bir argüman değildi. Bu, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilemesin, yerine Abdullah Gül seçilsin diye kurgulanmış ve en az iki yıl önceden tasarlanmış; laik çevreleri de aletleştirmiş bir kumpastır. Bu işin arka planında, daha Siirt seçimlerinden önce Deniz Baykal’a verilmiş söz vardır. Ve bu projenin sahibi de o sözü verenlerdir. FETÖ’dür yani. Asıl amaç o günlerde Tayyip Erdoğan ile askerler arasında varılması muhtemel bir mutabakatı engellemektir ve başarılmıştır. (Dolmabahçe’de Org. Yaşar Büyükanıt’la yapılan görüşmeye atıf yapıyor) Başarılmasındaki en büyük pay sahiplerinden birisi de Bülent Arınç’tır. Bugün yaşanan kopuşlar sadece bugünün meselesi değil. Bunu da en iyi bilen Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. 17-25’i anlamak için, darbeyi ve bugün yaşanan kopuşları anlamak için aslında 2007’de ne olduğunu anlamak zorundayız. O günkü koalisyonun hala aynı koalisyon olarak çalıştığını düşünüyorum.”

Büyük bir iddia ve itham içeren bu sözleri bir daha okumak ve sormak lazım.
1. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını kim, neden istemedi?
2. Neden Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olması istendi?
3. Deniz Baykal’a kim, ne sözü verdi?
4. Askerle Recep Tayyip Erdoğan arasında “mezara gidecek” mutabakat neydi ve bu mutabakat kimi, neden rahatsız ediyordu?
5. Bülent Arınç madem bu kumpastaki en büyük aktördü ve bunu en iyi bilen Recep Tayyip Erdoğan’dı; o zaman ve sonraki yıllarda Arınç’ın parti içindeki etkinliğine nasıl izin verildi ve bugün Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’nda ne işi var?

Bugün bu iddiaları dillendiren Erkan Mumcu, aslında 2008 yılında verdiği bir röpörtajda ülkedeki siyasal sistemi dışarıdan tasarlayanların, halk gücünü arkasına almış ve öngörülmezlikleri olan güçlü bir iradeyi istemediklerini ve Tayyip Erdoğan’ın bu nedenle kumpasa maruz kaldığını söylemişti.

Abdullah Gül, Majesteleri’nin Valisidir
Bu parantezi açtıktan sonra Erkan Mumcu’nun Ak Parti içinden çıkacak yeni partileri de işaret ederek konuyu biraz daha açan sözlerine bir göz atalım. Zira buradaki itham ve değerlendirmeler biraz daha ağır.
“Ergenekon yargılamalarının biçimine, hedeflerine, başlangıçta yöneldiği noktalara, kurgulanmasına bakın bunu tetikleyen şeyin ne olduğunu görürsünüz. 2004 Askeri Şura kararları… Sebep? Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın daire başkanlığı statüsünden alınıp kolordu seviyesine çıkartılması… Yani 7 bin kadro kapasiteli bir güçten 55 bin kadro kapasiteli bir güce eriştirilmesi. Türkiye’nin bir gayri nizami harp kapasitesi örgütleme girişimidir bu kararlar ve bu karara olur verenlerin hepsi cezalandırılmış, bu olasılığı canlandırma ihtimali Türkiye’nin elinden alınmıştır. Hedef o süreçte tutuklananlar değildi, onlar sadece kurbandı. Hedef bambaşkaydı ve o hedefe ulaşıldı. O gün kozmik odaya kadar gelişen süreci izleyenler bugün susuyorlar. Hesap verecek ilk kişi Abdullah Gül’dür. Abdullah Gül neden susuyor? Neden susmasına izin veriliyor? Ben kendisini “majestelerinin valisi” olarak çoktan kodladım. Peki majesteleri kim? Kendisinin ve yandaşlarının meşruiyet devşirdiği uluslararası alan… Kendisi bu süreçte kendisine ait ne bir fikir ileri sürebilir, ne de bir aksiyon alabilir.
….
“Abdullah Gül, daha Ak Parti’nin ilk kuruluşundan bu yana uluslararası sistemin Ak Parti’ye atadığı kayyımdır. Uluslararası sisteme verilmiş sözlerin bekçisidir. Hikaye basit. Tayyip Erdoğan’ı öngörülemez olarak niteledikleri için öngörülebilir bir güvence arıyor dünya sistemi. Önce bu güvenceden yoksun kalmamak için 17-25, sonra tamamen yoksun kaldıkları için de bir darbe tezgahladılar. Bu da sonuçsuz kalınca şimdi başka araçlarla bir tahterevalli kurmak istiyorlar. Asıl kavga Ak Parti’deki Tayyip Erdoğan iktidarının bölüştürülmesidir. Tayyip Erdoğan buna razı olmuyor, kavga da buradan çıkıyor. Ben burada Tayyip Erdoğan’ın durduğu yeri son derece doğru ve haklı buluyorum. İstenen şey Türkiye’nin iç işlerinde görece bağımsız, dış işlerinde de tam bağımlı bir ülke olmasıdır. İstenen güvence de bunun mümkün hale getirilmesidir. Siyasetin kurgusunun buna elverişli hale getirilmesidir. Siyasi aktörlerin de öngörülebilir ve bu konuda güvenilir profillerden seçilmesidir. Böyle olmayanları dışlayan, böyle olanları kapsayan; medya, partiler, sivil toplum, üniversiteler, bürokrasi kurgusunun tamamlanmasıdır. Bu hikayeyi Tayyip Erdoğan değiştirmeye çalışıyor. Ama tam bir laz kalfa gibi… Elinde bir proje olmadan. Niyet başka bir şey, elindeki imkanların buna yetip yetmeyeceğini bilmek başka bir şey. Burada şuna bakmak lazım. Tayyip Erdoğan gitmek istediği yere kendisi mi gidiyor, yoksa yanındakiler ya da karşısındakiler onu başka bir yere mi sürüklüyor?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın şunu anlaması lazım. Eğer bir komplo varsa, o komplonun kendisinden çok Türkiye’yi hedef alan bir komplo olacağından kuşkusu olmasın. Burada Türkiye’ye ilişkin bir tasarım var mı diye bakmak gerekiyor. Özellikle Suriye’deki gelişmeler bağlamında Türkiye acaba istenen sosyolojik kırılmalar (Türk-Kürt ayrışması) bağlamında hedeflenen noktaya bir türlü gelmediği için bir uluslararası müdahalenin konusu edilmek isteniyor olabilir mi? Eğer böyleyse Türkiye’nin rejiminin bir Baas modeli haline dönüştürülmesi, Türkiye’nin siyasal liderinin bütün dünyaya Esad gibi, Saddam gibi, Kaddafi gibi bir diktatör profili olarak sunulması hedefleniyor olabilir mi? Duruma buradan bakınca sistem reformu denilen şeyin Türkiye’de bir hukuk devletine dönüşmesi, denge-fren sistemini, kuvvetler ayrılığını çalıştıran bir cumhurbaşkanlığı sisteminin kendisi için güvence, Türkiye için de güvence olduğunu görmesini bekliyorum.

Tayyip Erdoğan bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Kararları Türkiye’yi iyi bir noktaya götürebileceği gibi bir felakete de sürükleyebilir ki, bugün bir felakete sürükleme olasılığı çok daha yakın görünüyor. Artık -ezberlediklerimizin dışında bir de başka açıdan bakmak lazım- noktasına gelmesini ümit ediyorum. Ben Türkiye’de devletin bir parti devletine dönüşmesi, hukuksuzlaşması ki, bu süreç işliyor; buradan bakınca bu süreçte hedefin ne Ak Parti ne Tayyip Erdoğan olmadığını, Türkiye’nin ta kendisi olduğunu görüyor, bundan kaygı duyuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bunu fark etmesini diliyorum. Mahkemelere üye atamak, mahkemelere dediğini yaptırmak yetseydi bu Saddam’a yeterdi. Milyarları olmak, orduları olmak yetiyor mu, başka örneklere bakınca yetmiyormuş demek ki. Bütün mesele varlığınızın demokratik meşruiyete dayanmasıdır. Emperyalizm ordularla savaşır, ama halklarla savaşamaz. Emperyalizm sadece iyilik karşısında, haklılık karşısında yenilir. Bu ülkenin bu anlamda güçlenmesinin, kendisini de güçlendireceğini görmesi gerekiyor.”

Aslına bakarsanız bugün Recep Tayyip Erdoğan’a, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne 2002 yılında rahmetli Bülent Ecevit’e kurulana benzer bir kumpas kurulduğuna ben de inanıyorum. Tabii arada şöyle bir fark var. Rahmetli Ecevit, ABD’nin Irak’la başlayacak Ortadoğu serüvenini çok önceden sezmiş ve buna şiddetle karşı çıktığını defalarca ifade etmişti. Ancak bugün olduğu gibi Türkiye’nin iç dinamikleri, dış mihrakların arayıp bulamayacağı bir tavır sergileyerek Ecevit’i ihtiyar, bunak, işe yaramaz ilan etmiş ve partinin göz göre göre parçalanmasına alet olarak Türkiye’deki siyasal sistemin tasfiye edilmesine ve Erkan Mumcu’nun da ifade ettiği gibi bölgedeki egemen güçlerin istediği yönde yeni bir siyaset sisteminin dizayn edilmesine neden olmuşlardı. Ecevit bunun fevkalade farkındaydı ama yalnızdı; dinletemedi, gücü yetmedi.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü kumpas senaryoları karşısındaki tavrı, açıkçası daha 20 yılı bulmamış bir yakın geçmişten ders çıkardığını göstermekten çok uzak. Ve açıkçası ben Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir tezgah içinde olduğunun, kendisinin ve ülkenin nasıl bir sona doğru sürüklendiğinin farkında olduğunu da düşünmüyorum.
Zira size bir kumpas kuruluyorsa ve siz Erkan Mumcu’nun iddia ettiği gibi güya bunun farkındaysanız, bu kumpasın hangi argümanlarla tesis edildiğini görüyor ve önleminizi buna göre alıyor olmanız gerekir.
Farkındaysanız eğer, işe içinizdeki FETÖ artıklarını temizlemekle başlamanız beklenir. Öyle ya evvel emirde majestelerinin vali, kaymakam ve neferlerini kendi yanınızdan ve devletin içinden temizleyeceksiniz. Türkiye’yi bir parti devleti olmaktan çıkaracak, kurumlar üzerinde vesayet ve tahakküm tesis etmeyi bırakacaksınız. Toplumsal ayrışmanın kumpas teorisyenlerinin ve pratiğinin en temel argümanı olduğunu bilecek, bu ayrıştırma siyasetinden vazgeçeceksiniz. Sizi dünyaya bir “diktatör” olarak lanse etme çabası varsa, bu çabayı haklı gösterecek tahakküm, uygulama ve yaklaşımları terk edecek; Türkiye’deki demokrasi, hukuk, adalet, yasama, yargı, yürütme enstrümanlarını en ileri standarda taşımaya çalışacaksınız. Sizi ve ülkenizi bilerek ve isteyerek yalnızlaştırma çabasında olanların ne yapmak istediğini anlayacak ve güvenilir bir dünya devleti olma yolunda samimi adımlar atacaksınız. Haklı olarak meşruiyetinizi zan altında bırakan bu akraba, eş-dost, yandaş kadrolaşmasından ve sermaye ilişkilerinden vazgeçecek; liyakat ve hakkaniyete yöneleceksiniz. Erkan Mumcu’nun da dediği gibi Türkiye ne kadar güçlenirse, siz o kadar güçlenir; Türkiye ne kadar zayıf düşerse siz o kadar savunmasız kalırsınız. Evet artık başınızı kaldırıp başkalarının ne dediğine de bir bakmak zorundasınız.

Çevrenizin sizi doğru bir istikamete yönlendirmediği, hatta sizi ve ülkeyi uçuruma sürüklediği aşikar. Mesele artık sizin iktidar olma meselenizden çıkmış, bizatihi Türkiye’nin beka meselesi haline gelmiştir.
Şu noktada buraya kadar anlatılanlardan ve kendi öngörülerimizden hareketle şunu da söyleyerek meseleyi bağlayalım. Bugün Ak Parti’nin bölünmesi ve bu yolla iktidardan düşmesi adına yeni oluşumlar için heves besleyenlerin bir kez daha oturup derin derin düşünmesi lazım.
Ak Parti’nin alternatifi, modifiye edilmiş yeni bir Ak Parti değildir. Bugün yapılmaya çalışılan, siyasal İslam patronajının değiştirilme çabasıdır. Deyim yerindeyse biz eşek olmaya devam edeceğiz, sırtımızdaki semer değişecek. Artık bu büyük oyunu görmek ve kendi iç dinamiklerimizle tezgahı bozmak zorundayız. Bu konuda bizi ümitli olmaya sevk edecek doğru dürüst bir adım atılmış değil mevcut siyasal partilerden. Vehametin farkındalarsa da gereğini yaptıklarını söylemek mümkün değil.
Ancak şurası açık ki, Türkiye’de değişim vakti gelmiştir ve siyaset yeni bir yapılanma sürecine girecektir. Bu süreçte ya ağzımızı açacak ve irademizi teslim alanların kendi idealleri çerçevesinde başımıza örecekleri çoraba razı olacağız; ya da inanç, iman ve kararlılıkla gerçek anlamda millet iradesini hakim kılan bir yapıyı kendimiz tesis edeceğiz. İhtiyacımız olan tek şey milli ve demokrat merkezin yeniden teşekkül etmesidir. Kim yapar, nasıl yapar bilmem ama lamı cimi yok.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.