Bedia-Media-Sosyal Mediya!
Bedia-Media-Sosyal Mediya!
Vahi Öz’ ün dilinden düşürmediği replik: Bediaaaa! Sanki bugünlere bir gönderme. Mediya. Sosyal mediya! İyi de tüm bunlar neydi ya? Vahe-i vah! Öz gidiyor… Gidiyor mu? Aslına dönüyor mu yoksa. Sen yaz kafana göre varsa yoksa! Ya gerçekten kimse yoksa? Sanal âlem. Bir sürü elalem. Cümle âlem herkes kafasına göre yazar olmuş. Sayfalar dolmuş. Şimdi soru mu, n’olmuş? Ya gerçekte var olan tanıdıklar… Şimdi tanımadık-lar! Ve öylesine çoklar… Aslında bazıları arar sıra yoklar. O da işi düşerse, işin düşerse… Ya ayağı kayıp yere düşerse? Kaldıran olmaz yerden. Hatırlıyorum bir yerden…
————————————————————————————————————————————————————————————————————————————–
Takmış!
Takmış benim sakalıma. Uğraşma tüyle, kılla. Uğraş akılla, akılla. Akıllım! A kıllım! A kıllım!
[22:56, 27.01.2022] Yaşar Arda: Hayatın bir akışı var.Herkesin bir bakışı var Kendine göre gelenek töre anane. Sen yürekte duyarsın kimi der, bana ne? İyi de sana ne? Sürer gider bu hengame… Dilinden düşürmediğin o name ve sen ve dünya ve insan. Sen öyle san. anjinsan?
————————————————————————————————————————————————————————————————————————————–
Prof. Yaşar/Gözüm Açılmıştı
Ortaokulda Prof. Yaşar olmuştum. Hayır profesör değildi. Gözlüklü olanın kaderiydi sanki. Yetmişli yıllarda bir çeşit kördün işte…
Ortaokul ikideydim. Coğrafya dersinde kopya çekerken Orhan hoca tutup, iyice kopya çektiğim kitaba bastırdı kafamı. Ta sıranın altına kadar. Çünkü okuyamıyordum. Kopya çekerken yakalanmıştım ama düşünmek suç eyleme dönüşemediği için suçlu sayılmadım. Bu arada diğer arkadaşlar rahatça kopyalarını çektiler. Aslında kopyaya yardım ve yataklık ediyordum bilmeden. Çünkü Orhan hoca on dakikadır benimle muhabbetteydi. Sonuçta kulağımdan tutup atmadı. Bildiklerini yaz, dedi sadece. Ertesi gün babamla şehire geldik. Doktor ‘üç buçuk numro’ miyop astigmat dedi. İlk gözlüğü taktığımda aynı bu çocuk gibiydim. Sanki dünya değişmişti! Sonra da adım Prof. Yaşar’a çıktı zaten! O gün babam takım elbise aldı. Okulda bir hafta sonra yapılan sigara kontrolünde cebimde bolca tütün çıktı. Evet sigara içiyordum. Bir iki tokat yedik tabii. Sonra Orhan hoca babamla konuşmuş. Rahmetli geldi, kafamı sıvazladı. Seni yanlışlıkla dövmüşüm çocuk dedi. Çünkü gece bekçisi rahmetli babam demek ki olanağı o kadarmış… Meğerse takım elbiseyi bit pazarından yani bayattan almış. Genelde zenginlerin az giyip bayata yolladığı ve bizim ucuza aldığımız giysiymiş. Cebindeki tütünleri temizlemeden dikmişler. Suç unsuru cebime benden önce bu takım elbiseyi ilk giyen zengin çocuğu tarafından yüklenmiş… Şimdi düşünüyorum da gözüm açılmıştı en azından artık. Her şeyi net görebiliyordum!
————————————————————————————————————————————————————————————————————————————–
Yüz liralık sövgü!
Yerelde gazete çıkarmak zordur. Hele haftalık ilçe gazetesi olunca daha da zor. Çünkü resmî ilan alamazsın bir, ikincisi sayfana koyduğun reklamın parasını almak çok daha zordur. Bir reklam aldın, on kez para almaya gidersin! Ulennnn almayayım şunun parasını deme şansın yok. Çünkü cebinde para yok. Onları alacaksın ki; diğer sayı çıkabilsin… İşte o tiplerden biri, valla üç sütun mu beş sütun mu reklam vermişti. Altı üstü yirmi lira o zaman… Ama iyi para bugüne göre. Bir yıldır alamıyordum. Git-gel bıkmış, ümidi de kesmiştim. Baktım karşıdan geliyor. Elinde yirmi lira bana sesleniyor. “Abiiii şu yirmi lirayı al” O an kafam attı. Arkadaş dilenci gibi hissettim kendimi. Yirmi lira borcum var, ödeyeyim demiyor; al yirmi lira diyor. O kızgınlıkla sok o parayı cebine, senin benden seksen lira alacağın var, dedim. Olur mu abi, dedi bu sefer. ‘Niye alacaklı oluyorum. Yirmi lira borcum var sana. Sen seksen lira alacaklısın diyorsun. Bu işte bir hata var’ deyince; ‘Hata falan yok, çünkü sana yüz liralık sövdüm. Düş bu yirmi lirayı, kalır seksen! :))) Alacaklı olan da artık sen! Alacaklı olduğun miktar da zaten seksen!”
————————————————————————————————————————————————————————————————————————————–Sobayı tutuşturmayan gazete!
Gazete çıkardığımız günlerdi. Dört yıla yakın sürmüştü. Haftalık ilçeler gazetesiydi. Dört yıldan beridir gazete bıraktığım köyün kahvecisinin tavrı bir garipti. Dedim ki herhâlde morali bozuk. Çayı masama ‘tak’ sesi eşliğinde müzikal bir biçimde koydu. Havayı yumuşatmak için:
“N’aber, nasıl, gazeteyi beğeniyor musun?” diye sorunca bizimkisi: “Hay, ben böyle gazetenin….” deyince apıştım kaldım. İyi de, dedim; neden?
Bana döndü, yakmaya çalıştığı sobanın yanından dedi ki: “Senin gazete yanmıyor!”
Bana göre yanlış olsa da ona göre doğruydu. Çünkü iki haftadır gazeteyi kuşe kağıda bastırıyorduk. Kuşe kağıdı yanar ama mavi bir alev çıkartır, söner. Sobayı tutuşturması zordur. Oysa ikinci hamur ile vs… basılan gazeteler cevval bir şekilde soba tutuşturuyordu.
Durum anlaşılmıştı. Bizim gazeteler soba tutuşturma işinde başarılıydı. Sonra konuştuk. Dedi ki: “Gazetene lafım yok, gelen giden okuyor işte. Ama benim de bu sobayı tutuşturmam lazım. Üç beş kuruş kazanıyoz zaten.”
Sonraki gidişimde bu kez sobasını güzelce yakacaktı artık. İki üç deste çıra götürmüştüm. Gerçi kuşe kâğıttan önceki gazeteler yanmıştı ama ben o eski sayıları da getirmiştim ona…
————————————————————————————————————————————————————————————————————————————–
Kırıldın mı?
Bazen bazıları soruyorlar. Kırıldın mı?
Niye kırılayım ki? Zaten paramparçayım. Ha, ne olur? Tamamen değil de bir parça rahatsız olurum belki; o da kırılıp yere düşsem de her parçam ayrı ayrı yere düşeceğinden yer çekimi ve ağırlığın hafifletmesinden dolayı kırılma etkisi de şiddetli değil, parçalanma oranına göre çok düşük olacak ve dolasıyla etkisi de az olacak… Ulen Bukovski gibi konuştum be! Sizi kırdıysam özür dileyemeyeceğim. Dil de paramparça! ‘İyi de nasıl yazıyorsun’lara cevaben fazla karıştırmayın o kadar… Şimdi yazının varını yokunu çıkaracaksınız! Kolsuz’um ya; işte ondan. Yazı-çizi denince bütün parçalarım birleşiyor, bir anda ey Miranda! YazARDA çizARDA oluyorum birden. Yazının teması mı? Tema..men ha büüüüle be ya!